ogeday, timuçin
ogeday, serince esen rüzgârdan dolayı irkilip önünü kapatmadığı ceketini elleriyle birleştirdi. bu sırada pantolonunun ön cebindeki telefon titredi ve vakit harcamadan telefonunu eline aldı. bildirim timuçin'dendi. ogeday'ın nerede olduğunu soruyor ve yanına gelmek istediğini söylüyordu. ogeday, her ne kadar tek kalmak için çıkmış olsa da timuçin'i de ilgilendiren hislerle tek başına olamayacağını düşündüğü için timuçin'in sorusunu yanıtlayıp gelmesini istediğini belirtti.
yaklaşık yarım saat sonra tek göze batan varlığın sokak lambasının sarı ışığı olduğu esnada uzaklardan gelen aceleci adım sesleri duyuldu. ogeday, bu adım seslerinin timuçin'e ait olduğunu düşündü ve sesler yanında bitene kadar kafasını kaldırmadı. timuçin, ogeday'ın yanına oturdu ve kafasını ogeday'ın yüzüne doğru eğdi. "sevgilim," ilk defa bu kadar sıcaktı. birbirlerine karşı sevgi sözcüklerini henüz yeni kullanıyorlardı, ancak bu sefer timuçin bunu öyle güzel bir sesle söylemişti ki ogeday utanarak yutkunmuştu. "iyi misin? neden bana haber vermeden gittin öyle? merak ettim seni." elini ogeday'ın omzuna attı ve kendisine çekip ogeday'ın kafasını kendi omzuna koydu.
"ben biraz geri zekâlıyım, değil mi?" birkaç saat önce ağlamıştı ama sesi hâlâ hırıltılıydı.
"hayır. o nasıl soru öyle?"
"birkaç gündür çok kötü hissediyorum."
"neden? anlatsana bana."
"sana karşı çok fazla şey hissediyorum ve," yutkunup devam etti. "utanıyorum bunu söylemekten."
"benden utanmana gerek yok."
"ama seninle alakalı," dediğinde gözünden bir damla yaş aktı. "ben senden özür bile dilemedim. özür dilerim."
"neyden bahsediyorsun?"
"sana çok fazla küfretmiştim. düşününce çok vicdan yaptım ben," kelimeleri tıpkı bir çocuk bir araya getirdiğinde timuçin'e karşı ölümcül bir silah kullanıyor gibiydi. bu tatlılığın karşısında sakin kalmak, timuçin için epey zordu. "sana karşı bu kadar kötü olmak zorunda değildim. senin annen yok, benim de babam. ne kadar kötü hissettireceğini anlamak zorundaydım ama umursamadım," timuçin araya girecekti ama ogeday bu sefer kendi kendine konuşmaya başlamıştı. "tamam, hadi küfrettin. neden daha sonrasında özür dilemiyorsun ki, aptal mısın sen?"
timuçin, ogeday'ın saçlarını öpüp kıkırdadı. "çok tatlısın. içip içip böyle şeyler mi düşünüyorsun sen?"
"sanırım."
"aptal değilsin," dedi, sesi bu sefer daha ciddi çıkmıştı. "aptal olsaydın bir noktada yaptığının hata olduğunu fark etmezdin. ama bak, o zaman bile biliyormuşsun," ogeday sessiz kalınca konuşmaya devam etme zorunluluğu hissetti. "evet, kötü hissettirdi mi? fazlasıyla, ama şimdi de senin sevgini fazlasıyla hissediyorum ve bir problemim kalmıyor. hatalıydın, bunu ikimiz de kabul edebiliriz ama ben şu an bunlar yüzünden kötü hissetmeni istemiyorum."
"ama timuçin," dediğinde duramadı ve istemeden ağladı. karar verdiğinden daha fazlasını içmişti ve normalde olacağından daha duygusal davranıyordu. "ogeday, yapma güzelim ya, sen ağlarsan ben de ağlarım." kafasını eğip ogeday'ı görmeye çalıştı. "hem de böyle saçma bir şey yüzünden ağlıyorsun ya dövesim geliyor seni."
"ama sana kötü hissettirmiş olmak çok kötü hissettiriyor." ağlamaktan sesi o kadar boğuk çıkmıştı ki timuçin, duyduklarını zihninde tekrarlayınca anlamıştı söylediklerini. "yemin ederim önemli değil," ogeday'ın kolunu okşadı. "ağlamaz mısın? gerçekten dayanamıyorum böyle olunca."
"sen de ne enayiymişsin," sesi güler gibi çıkmıştı. "ben olsam beni hiç affetmezdim. bana öyle şeyler söyleyen birini sevmezdim bile."
"ama seviyorum," cevabı çok hızlıydı. "seni seviyorum, gerçekten seviyorum."
ogeday, ağlamamak için direnirken titrediğinde, "sus," diyebildi timuçin'e. "sus yoksa çok ağlarım." timuçin bir şey söylemedi. "bir daha desene."
"neyi?"
"beni sevdiğini."
"seni seviyorum." ogeday, daha 'seni' kelimesini duyar duymaz tekrardan ağlamaya başladı. "ben de seni seviyorum," sesi biraz kısıldı. "öpeyim mi?" diye sordu kafasını timuçin'e doğru kaldırırken. timuçin, onun kızarmış dudaklarını ve burnunu gördüğünde kendini kaybetmiş gibi sıkıca sarıldı. "sen gerçekten geri zekâlısın, ogeday. ağlayınca ne kadar güzel olduğunu bilmiyorsun," ağzını ogeday'ın omzuna gömdü. "ve ağlamamak için sana sarıldığımı da bilmiyorsun. bir daha ağlama böyle, ciddiyim."
birbirlerine o kadar sıkı yapışmışlardı ki elleriyle tuttukları yerler kırışmıştı. geri çekilip birbirlerine baktılar ve ogeday, alnını timuçin'in alnına dayayarak gözlerini kapattı. "gerçekten özür dilerim. sadece küfür meselesi için değil, seni rutininden ettim, biliyorum, çok özür dilerim."
"ogeday," derken geri çekildi ve ellerini ogeday'ın omzuna çıkardı. "gerçekten umursadığım bir şey değil, farkında bile değilim çünkü batmıyor bana. bir daha açma bunun konusunu, sorun olmadığını bilerek kapat." ogeday herhangi bir şey demedi. "gidelim mi eve?"
"künefe alıp gitsek olur mu? canım çekti de."
gülerek ayağa kalktı ve ogeday'ın elini tuttu. "sana künefenin kralını alırım. ama bu saatte açık bir yer var mıdır?"
"var, biliyorum ben." dedi ayağa kalkarken. sokağın boşluğundan cesaret alarak el ele arabaya ilerlediler. vardıklarında ogeday'ın söylediği yere gitmek için haritayı açtılar ve tek ses arabanın kısık bir motor sesiydi. böylesine bir sessizlikte bile çok ses vardı çünkü ikisi de çok şey düşünüyordu. ogeday, kendi içinden defalarca özür dilerken timuçin de bu düşünceleri duyar gibi onu tekrar tekrar affediyordu.
"sen kal arabada, alıp geliyorum ben." dedi timuçin ve arabadan indi. ogeday, sabırla onu beklerken aklında kocaman bir soru işareti belirdi ve bu sefer sabırla beklemek çok zordu. birkaç dakika sonra timuçin arabaya döndüğünde ogeday, onun elindeki poşeti hızlıca kendi kucağına alıp teşekkür etti ve arabayı çalıştırmadan önce konuşmaya başladı. "sürprizin vardı senin bana."
"doğru," gülerek elini direksiyondan çekti. "çok güzel bir mekânda sahne ayarladım sana. sana ve arkadaşlarına." ogeday, bunu duyunca kalbinde tarifsiz bir heyecan hissetti. ama bunun sahnede olmakla bir ilgisi yoktu. timuçin'in onun için bir şey düşünmüş olması, bunun uğruna anlaşmalar yapması onun için çok değerliydi. "timuçin," dedi gözleri parıldarken. "seni sulu sulu öpmek istiyorum şu an. öpebilir miyim?" timuçin, sorusunu yanıtlamadı ve ogeday'ın suratına yaklaştı.
dudaklarını yavaşça birleştirmiş olmalarına rağmen farkında olmadıkları bir telaş vardı ve çok hoş bir öpücüktü. ogeday, elini timuçin'in boynuna koyup okşadı ve alt dudağına kendi dudağının içine hapsederken bilinçsizce güldü, bu nedenle biraz geri çekilmek zorunda kaldı. "neden durdun?"
"sus timuçin," dedi ve gülerek daha fazla geri çekildi. "biraz daha öpüşürsek yalnızca öpücükle kalabileceğimi sanmıyorum, çok tatlısın çünkü. üstüne atlarım vallahi." timuçin de onunla birlikte güldü ve havadan sudan sohbetlerle eve döndüler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ogeday
Novela Juveniltimuçin: sadece bu mu amk timuçin: kahvaltıda çayımı içiyorsun akşam yemeğinde mezeye uzanıp geri çekilirken mezeyi tabağıma düşürüyorsun film gecesinde durduğum her yere gelip osurdum deyip beni her yerden uzaklaştırıyorsun babamla sohbet ediyorum...