2. Bölüm

36 3 9
                                    

|Doğa|

🍀

"Baba, baba.." diye etraftan geçen insanlara dikkatlice bakıyordu minik çocuk. Babasını arıyordu, koskoca deniz dalgalarının sertçe kıyıya çarptığı limanda.

Elinde peluş bir aslan vardı, ona sıkı sıkıya tutunmuştu. Babası ona hediye getirmişti peluş aslanı. Minik avuçlarına sığmayan yumuşak bir peluş aslan. Yeleleri denizden gelen rüzgarın etkisiyle minik çocuğun beyaz tenli ellerine değiyordu. Bu onu gıdıklıyordu ama o aldırış etmedi. Minik çocuk hala babasını arıyordu.

"Baba.. babacım.. nerdesin baba?" diyerek insanların arasından bir sağa bir sola savrulup gidiyordu. Bazen insanlara çarpıyordu hatta yere düşüyordu ama pes etmiyordu. Peluş aslanına tutunup tekrar minik bacaklarının üstünde duruyordu.

Dizleri düşmekten ne kadar acısa, ne kadar ağlamak istese de dayanıyordu minik çocuk. Kucağındaki peluş aslana baktı.

"Babamı göremiyorum Portakal..." Sıkkınlıkla nefes verdi minik çocuk. Parmaklarıyla oynamaya başlamıştı. Minik beyaz parmaklarını birbirine sürtüyordu, korkuyordu yalnız kalmaktan, korkuyordu unutulmaktan.

"Ama babam beni unutmaz değil mi Portakal?" dedi gülümseyerek. Evet unutmazdı, bir baba böylesine güzel yüzlü bir evladı nasıl unutabilirdi? Ona hayranlıkla bakan evladını nasıl unutabilirdi?

Tekrar koşmaya başladı minik çocuk. Hemde koşabildiği kadar hızlı bir şekilde. Liman boyu koştu, kendine göre devasa boyutta olan gemilerin yanına gidene kadar koştu. Nefesi tükenene kadar, kalbi acıyana kadar, babasını görene kadar koştu.

"Hııı.. hiiii.." diye nefes sesleri geliyordu minik çocuktan, yorulmuştu. İstese durmazdı ama ayakları birbirine takılmıştı ve yere düşmüştü. Ellerinin içleri soyulmuştu ve dizleri yırtılmıştı. Kendini kaldırmayı denedi ama minik bacakları dayanamadı, tekrar düştü. Düştüğü yere oturdu, dizlerini kendine çekti ve minik parmaklarıyla yaralarına dokundu.

"Uf olmuş... ya babam görürse ve kızarsa? Ne diyeceğim?" dedi ağlamaklı sesiyle, peluş aslanına sarıldı ve hıçkırmaya başladı. İç çekerek ağlıyordu. Çok fazla ağladığı için öksürmeye başlamıştı. O kadar çok öksürmüştü ki bu öksürük bir krize dönüşmüştü. Zaten onda hep vardı, fazla gülse de fazla konuşsa da öksürmesine engel olamıyordu.

Birden kuvvetli bir rüzgar esti turuncu saçlarına minik çocuğun. Sanki kafasını kaldırmasını işaret ediyordu bu rüzgar. Rüzgarı dinledi ve kafasını kaldırdı minik çocuk. Gözyaşlarını sildi rüzgar, minik yanaklarından akan yaşları.

İlerde biri vardı ama tam görünmüyordu. Birden ayaklandı ve heyecanlandı minik çocuk. Birden iki gözünü kırpıştırmaya başladı, heyecanlanınca hep böyle olurdu.

"Baba! Babam." Koşmaya başladı, heyecandan kırpıştırdığı gözleriyle. İlerdeki kişiye koşuyordu ama asla yaklaşamıyordu minik çocuk, tabii o bunu fark etmeden düşe kalka koşmaya devam ediyordu.

🍀

"AAAYYHHHH NE UYUMUŞUM BEEĞ" diye anırarak uyandım. Öküz gibi uyumuşum, camış gibi de yatmışım Allahıma kitabıma ya..

Uyumaktan birbirine yapışan gözlerimi zorlukla açtım, beni hemen can dostum karşılamıştı. Kucağımda olan peluş aslanıma gözlerim kaydı. "Porti naber oğluşum?"

Kendileri dedikodu partnerimdir, tüm mahalleyi tek gecede elden geçirmişliğimiz bile vardır size o kadar söylüyorum. Can yoldaşımdır portakal, bana babamdan kalan tek hediyemdir.

YONCAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin