3

1.7K 114 41
                                        


Kulise geçer geçmez Danilo Şef hızlı adımlarla yanıma gelmişti. Oysaki gelmesini beklemiyordum bile. "Hasta mısın?" Ceketini çıkarıp yanıma oturduğunda ben, koltukta uzanıyordum. Ayakucuma oturmuştu. "İyiyim, şef."

Toparlanmak için hareketlenmeme aldırmadan bir elini enseme yerleştirip diğerini alnıma koydu.

Saçlarımı birkaç kez geriye doğru taradı. "Ateşin yok." Biraz daha böyle kalırsak olacaktı. "İyiyim ben, bir şeyim yok." Bana bakışları karşısında içim titriyor olsa bile hala kırgın ve kızgındım. Ellerini göğsümde dinlendirdi. "Beni çok korkuttun." Konuşurken gömleğimin düğmelerini hafifçe çekip bırakıyordu.

"Umurunuzda olduğunu düşünmüyordum açıkçası." Parlayan gözleri sinirle bakıyordu şimdi. Dudaklarını birleştirmiş beni izliyordu. Yavaşça doğruldum ve o, gömleğimi tutan ellerini çekmek zorunda kaldı. "Küsme bana."

Dizi dizime değiyordu. Elleri yanaklarımı kavradı. "Ben ne yapmaya çalıştığınızı anlamıyorum. Ya da yanlış anlıyorum." Başımı ona doğru eğerken yakaladım kendimi. Her şekilde, her halde ona çekiliyordum.

"Çok açık değil mi, Alican?" İç çekip ellerini arasında başımı iki yana salladım. "Anlamıyorum." Danilo Şef, sürekli kafamı karıştırıyordu. Neye kızdığımı bilmiyor olamazdı.

"Bebeğim benim." Dediği anda kendimi daha fazla dik tutamadım. Sözleri sabırlı bir tonda çıkıyordu ama benim sabrım yoktu. Ellerini sertçe indirmeye çalışıp başımı göğsüne bastırdım ama o yüzümü daha sert bir şekilde kavrayıp tekrar gözlerimizi buluşturdu.

"Alican, ben-" Başımı iki yana sallayarak avucumla ağzını kapadım. "Yok, konuşma lütfen." Siz'leri bırakıvermiştim. Ona karşı bu kadar mücadele edebiliyordum en fazla. Kollarımı beline sarıp yüzümü göğsüne bastırdığımda artık cennetteydim. Teninin kokusu, vücudumda hissettiğim solukları ve saçlarımı geriye doğru çekiştiren ince ve nazik elleri...

"Bir şey yap, şef." Saçlarımın arasında hissettiğim öpücükler sesime yapılan birer darbe gibiydi. "Canımı çok yakıyorsun." Bunu söylemeyi ben de beklemiyordum. "Ben sadece seni istiyorum, Alican." Yüzümü istemeye istemeye kaldırdım ve dizimi dizinin üzerine koyup ona iyice yaklaştım. Gözlerim kaymış gibi hissediyor, terliyordum. "Al beni." Bir yanağını kavrayıp gözünün altını öptüm. Onun titrediğini hissetmem zaferim gibiydi. Başka kimse için titrememeliydi.

"Al beni. Alsana." Bacağımı kavrayıp yakınına çekti beni. Boynuma gömüldü.

Nefesi ve dudaklarını içimi gıdıklıyordu. "Sıcacıksın Alican. Ben mi yaptım bunu?" O yapmıştı. Farkındaydı zaten. Onu onaylamamı ve etkisini kabul ettiğimi söylememi bekliyordu. Artık kuyruğu dik tutmak istemiyordum. Başkasına gülüşünü bile kıskandığım adamdan daha fazla kaçamazdım. "Sen yaptın. Senin yüzünden yanıyorum ben." Suçlamaktan da geri durmadım.

Boynumda kıkırdamasını duydum. Bu, onu mutlu etmişti, istediğiydi. Onun oyunu, onun kuralları. Ben sadece ayak uydurmaya çalışırken düşmemeye çabalıyordum.

Bana o kadar yakındı ki kulaklığından gelen sesi duyuyordum. Onu stüdyoya çağırıyorlardı. Bir anda kendimi geri çektiğimde boşluğa düştü. "Git artık." Burnumu çektim, ne ara gözlerimin dolduğunu bile bilmiyordum. Az önce yüzünü öptüğüm adamın yüzüne bakamıyordum şimdi.

Bir süre daha ellerini yüzümde ve saçlarımda gezdirdi. Gitmesi gerektiğini o da biliyordu.

Ayağa kalkıp yanındaki ceketini giydi. Gözleri parlıyordu, sevdiğim şekilde gülümsüyordu ama gözlerini bir türlü karşılayamıyordum.

"Benim odama git." Elime anahtarını tutuşturdu. "Gitmem büyük ihtimalle." Eğilip son kez saçlarımı öptü. "Nasıl istersen." Giderken birkaç kez arkasına dönmüştü. İçi içine sığmıyordu ama ben nedense çok kırgın hissediyordum hala. Kocaman bir enkaz gibi.

Ona dokunmamışken bile uzak kalmak bu kadar zorken, şimdi saçlarımda öpücüklerini hissetmişken nasıl uzak dururdum? Nasıl paylaşırdım onu başkasıyla? Kahkahasını bile sadece ben duyayım, gözlerindeki evrenlere sadece ben gideyim istiyordum.

Çok, çok yanlış hareket etmiştim.  Yüzümü sıvazlayıp ofladım. Tekrar ona dokunmak, onunla konuşmak istiyordum. Şimdiden özlemiştim. Göğsümdeki boşluk sızlıyordu.

Avcumdaki anahtarı istemsizce dudaklarıma getirip öptüm. Ondan bir şeydi. Ondan bana gelen. Küçücük bir şey ama vazgeçemeyeceğim bir şey. Düşündüğüm saçmalıklara güldüm. Kafayı yiyordum sanırım.

Tabi ki odasına girdim. Beni sıkıştırdığı duvara bakarken özlemle kavuruluyordum. Birkaç gün öncesi için. Onunla olan her anı özlüyordum.

Oldukça sadeydi odası: Makyaj masası, üzerinde telefonunun ve bilgisayarının olduğu küçük bir masa, bir de genişçe bir kanepe. Burada uzanıyordu büyük ihtimalle. Anahtarını bir an olsun bir yere bırakmadan kanepeye uzandım. Onun da burada uzanmış olabileceği ihtimali karnımın kasılmasına yol açıyordu.

Beni istediğini söylüyordu ama bu yönümü daha önce görmemişti. Hoşuna gitmezdi çünkü o, popüler ve herkes tarafından sevilen bir adamdı. Bense sevdiklerimin sadece bana özel olmasını isterdim ama onu kafese koyacak halim yoktu. Zaten bunu anlarsa beni bırakırdı.

Beni bırakırsa mahvolurdum. Artık ateşim vardı ve uykum geliyordu. Avcumdaki anahtarı o kadar sıkıyordum ki yara yaptığının farkındaydım ama bırakamadım. Ona aitti.
Gözlerimi yavaşça kapattım.

little games / alican x daniloHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin