-
"Beni öldürmeye çalıştı diyorum." Babam önündeki kağıtlardan kafasını kaldırmadan başını gelişigüzel salladı. O an beni dinlediğinden bile emin değildim. "Başka biri-"
"Seçici davranabileceğini mi düşünüyorsun?" Sanki kim olduğumu yüzüme vurmak ister gibi gözlerini üzerimde gezdirdi. "Ondan başka seçeneğin yok ve Jungkook özel biri. Bu işi kabul ettiği için bile ona minnettar olmalısın."
Jungkook'un özelliği tam olarak neydi? Canımı almak istemesi mi?
"Ama-" Gözlerim masanın üzerinde duran aile resimlerinde geziniyordu.
"Bunu seninle daha fazla tartışmayacağım. İki ay içinde sırf bu sebepten sızlanıp durmak için buraya kaçıncı gelişin artık sayamıyorum."
Keyfimden gelmiyorum.
"Şımarıklık yapmayı ve derslerde zorluk çıkarmayı bırak. Tahammül edilmesi yeterince zorken bir de bu tavrının başına açtığı işlerle uğraşmak zorunda kalıyorum."
Karnıma yumruk yemişim gibi hissettim. Kirpiklerimi kırpıştırırken ağlamamak için aklımdan tamamen alakasız şeyler geçiriyordum. Babamın gözünde şu an yaşıyor olmam bile şımarıklıktı. Boynumdaki izleri görmüyordu. O okulda bana nasıl baktıklarını bilmiyordu. Beni bir cehenneme yanı başımda duran bir şeytanla gönderiyordu ama yangınlarla dolu bir yerde zararsız bir kıvılcım çıkardığım için şımarık olan ben oluyordum.
Daha fazla konuşmak anlamsızdı. En azından bir tane soruma cevap alıp daha sonra siktirip gitmeyi planlıyordum. Buraya asıl gelme nedenim buydu. Jungkook'u kovamayacağımı iki ay içerisinde yeterince anlamıştım. Bu da son deneyişimdi. Belli ki Jungkook kafama sıksa bile benim şikayet etmem şımarıklık olarak görülecekti. "Neden her gün kan vermek zorunda mıyım?" Başını tekrar önündeki dosyalara eğdiğinde bitkin bir sesle konuştum.
"Senden bu istendiyse gereklidir."
"Bugün bana bir iğne vurdular, normalde bunu yapmıyorlardı. Ne iğnesi olduğunu bile söylemediler. En azından bana ne verdiklerini ya da neden kanımı aldıklarını bilmek hakkım değil mi?" Sesimin yükselmesine engel olmak çok zordu. Avuçlarımın bugün tırnaklarım yüzünden kaç kere kanattığımı saymayı bırakmıştım.
"Kurcalayıp durma. Sıradan bir okulda sıradan bir öğrenci değilsin." Sıradan olmadığımı unutacağım bir hayat yaşadığımı düşünmesi komik geldi. Neden her söylenene kafa sallaması gereken bir köleymiş gibi muamele gördüğümü bilmiyordum. Ne o aptal dersler ne de benimle bir kadavra gibi uğraştıkları laboratuvarların bana bir yararı vardı. Neden boyun eğmek ve kaderime razı gelmek zorundaydım? Sırf lanetim yüzünden mi?
"Ama denek faresi de değilim. Ben-" Sözümü bir kez daha buz gibi sesiyle kesti.
"Söyleyecek başka bir şeyin yoksa çık. İşlerim var." Zorlukla yutkundum.
Başımı salladığımda geriye doğru bir iki adım attım. Bu evde geçirdiğim her saniye aşağılanıyordum. Elim kapının koluna uzandığında babam seslendi. Arkamı döndüğümde tuhaf bir beklenti ile doluydum. Belki akşam yemeğine kalabileceğimi söylerdi, belki denek faresi değilsin, onları senin iyiliğin için yapıyorlar derdi.
Gözleri ağır ağır üzerimde gezindi. Bunun beni daha da umutlandırmasına engel olamadım. Önündeki kağıt parçalarına, boşluğa ya da pencereden dışarıya bakmıyordu. İlk defa direkt olarak bana bakıyordu. Boynumda yükselen sıcaklıktan kızardığımı anladım. Heyecanlanmıştım.