+
Birkaç saniye sonra yere yığılacağımın bilincinde bir adım daha atıp kapının kolunu kavradım. Her gün baş dönmesi yaşamaya alışmıştım ama bu defa bütün kanımı almışlar gibi hissediyordum. Koridora çıktığım an tahmin ettiğim gibi dengemi kaybettiğimde belimde artık biraz olsun aşina olduğum elleri hissettim.
Baskısı her zamanki gibi fazla kuvvetliydi. Jungkook gerçekten gücünün tam anlamıyla farkında olmadığından avuçları arasına aldığı her şeyi yok etmek ister gibi tutuyordu. Eve gittiğimde aynada belimde duran parmak izlerini göreceğime adım gibi emindim. Parmaklarının izleri günlerdir boynumdan silinmemişti.
Dengemi sağlayabildiğimde bile sıkı tutuşu beni hemen terk etmedi. Bulanıklaşan görüntü yüzünden saniyelerdir sımsıkı yumduğum gözlerimi aralayıp ona baktığımda zaten yüzümde gezinen bakışları ile karşılaştım. Ona bu kadar yakın bir mesafeden bakmanın getirdiği tedirginlikle yutkunmak zorunda kaldım. Sadece etrafımda olması bile beni inanılmaz geriyordu.
Elleri bedenimden nazik olduğu yanılsamasına düşebileceğim bir yavaşlıkla geri çekildi. Genelde etrafındaki herkese önemsiz bir nesne muamelesi gösterdiği için birine kibar davrandığını hayal bile edemiyordum.
Adımları beni takip ederken sessizliği bozmadan yürümeye devam ettim. Çatıda olanlardan beri sanki ikimiz de konuşmama yemini etmiş gibiydik. Dün tam olarak merdivenlerin sonunda yakaladığı bedenimi kavradığı an sırt çantası gibi omzuna atmış, sudan çıkmış balık gibi çırpınıp durmama ya da bağırıp durmama karşı hiçbir tepki vermeden beni arabaya kadar taşımıştı. Eve tek başıma gitme planlarım böylece iptal olmuştu. Yine de bir günlüğüne de olsa son birkaç derse girmediğim için ve bu denli berbat bir gün erkenden sonladığı için hâlimden oldukça memnundum.
Yemekhaneye ulaştığımda kalabalık sıraya göz atarken bir süre daha açlıkla idare edebileceğimi düşünüyordum. İnsanların beni görünce verdikleri tepkilerden hiç hoşlanmıyordum. Bu yüzden Jungkook en arkada duran masaya geçmemi söylediğinde sadece başımı sallayarak ona hızlı bir onay verdim.
Bir süre tamamen kontrolüm dışında bir dikkatle kalabalığın arasında ilerleyen sırtını izledim. Tamamen siyah giyinmesine, sanki yeterince uzun değilmiş gibi ayağına geçirdiği kalın tabanlı postallarına ve yürürken attığı büyük adımlara alışmıştım. Sadece bu mekan değil dünya ona aitmiş gibi bir otorite ile yürüyordu. Sanırım son iki aydır bir rutin hâline dönüşen hayatımın büyük bir parçasını o ve ona ait anlamsız detaylar oluşturuyordu. Yürüyüşüne neden bu kadar hayranlık beslediğimi bilmiyordum. Belki de benim, varlığım anlaşılmasın diye parmak uçlarında yürüdüğüm her zeminde bu kadar kararlı adımlar atmasına hayret ediyordum.