+
Jungkook'un sürdüğü araba evime giden orman yoluna sapınca iç çekip başımı pencereye yasladım. Hiçbir romantik yanı yoktu, başım her sarsıntıda cama çarpıp durdu. Ayrıca buz gibiydi, yanağım donmuştu ama başımı oradan çekmedim. Cansız nesnelere yaslanmaya alışıktım. Kendini bırakabileceğim onlardan başka dayanağım yoktu. Soğukluk, sertlik gibi şeyleri asla dert etmezdim.
Eve dönüş yolunda günlerdir hep aynı şeyi düşünüyordum. Hâlâ Jungkook'un, taktığın iyi çocuk maskesi midemi bulandırıyor dediği yerdeydim. Bu cümle beni neden böylesine yaralamıştı bilmiyorum ama günün her saati kendime bunu anımsatıp silinmek bir yana henüz kabuk bağlamamış yaraya tuz serpmeyi ihmal etmiyordum. Yaramı deşiyor ve kendime çektirdiğim bu psikolojik işkenceden sanki tuhaf bir keyif alıyordum. Sonuçta acı çekmek de bir histi ve ben, benim de her şeye rağmen bir insan olduğumu hatırlatan bu hislerin her bir kırıntısına çok değerliymiş gibi bakıyordum.
Zapt edilmesi zor biri değildim, babaannem çok çabuk olgunlaştığımı ve ona hiç zorluk çıkarmadığımı söylerdi. Hiç beni uyarmak zorunda kalacağı yaramazlıklar yapmamışım. Uslu bir çocuktum, iyi bir çocuktum. Sanırım bana verilenlerle yetinerek henüz o yaşlarda, bebekken öldürdüğüm insanlar yüzünden kendimi cezalandırıyordum.
Tuttuğum günlüklerde hep aynı tarz cümleler yazılıydı. Asla gülümseme, mutlu olma, bir şeylerden sakın keyif alma. Oyuncaklara ihtiyacın yok, dışarı çıkmak senin için bir lüks, yemek seçmeyi hak etmiyorsun. Sadece yetin. Şımarıklık yapmayı, çocuk olmayı ve yaşamayı hak etmiyorsun. Kendimi bu tür cümlelerle telkin edip dururdum. Sanki yeterince acı çekip mutsuz olursam aldığım canların bedelini ödemiş olacaktım.
Bu bedeli ödemek konusunda şu zamana kadar iyiydim. Berbat bir çocukluk ve ergenlik geçirdiğimi kabul etmeliydim. Gelecek yıllardan da pek bir beklentim yoktu. Babaannem öldüğünde bakıcıya ihtiyaç duyduğum yaşı geçmiştim ama yetişkin değildim. Bir evde yalnız başıma yaşamaya başladığımda henüz çocuktum. O zamanlar çok korkuyordum ama umutluydum, yalnızlığa ya da değersiz hissetmeye bir süre sonra alışacağımı düşünüyordum. Bu umut zaman geçtikçe tam bir fiyaskoya dönüştü. Asla alışamadım.
Araba kapının önünde durduğunda hava kararmıştı, eve her zaman akşamüstü döndüğüm için salonun ışığını hep açık bırakırdım ama arabadan indiğim an kapalı olduğunu fark ettim. Işığı açık bıraktığımı hatırlıyordum. Belki de dün gece hiç uyumadığım için dağınık zihnim yüzünden bu basit rutini gözümden kaçırmıştım. Çantamı omzuma alıp tek kelime etmeden arabadan indiğimde biraz tedirgindim. Henüz zifiri karanlık değildi ama kapıyı açabilmek için montumun cebinden telefonumu çıkarıp fenerini açtım. İçeri girdiğimde elim direkt prizi bulmuştu. Etrafın aydınlanmasını bekledim ama olmadı.