Esen hafif rüzgar saçlarımı geriye doğru attığında elimle onları tekrar düzelttim.
İçime çektiğim derin nefesi unutmak istemiyordum, her bir zerresini hafızama kazımalıydım, bir daha çıkabilme şansım olmayabilirdi.
"Efendim, artık gitmemiz gerekiyor."
Tam da tahmin ettiğim gibi.
Dakikalardır gülen yüzüm şimdi beni korumak için yanımda gelmiş olan muhafıza döndü, bu sefer sert bir şekilde baktım fakat hâlâ sert olamıyordum, doğamda yoktu.
"Zorunda mıyım?"
"Maalesef.."
Yüzüme yerleşen umutsuzluk hissiyle saraya dönmek üzere yol aldım, aklım hâlâ özlemini çektiğim deniz havasındaydı, dalgaların sesi yavaşça duyulmaz olduğunda yeterince uzaklaştığımızı anladım.
Karşımda duran devasa saraya baktım, tek bir bakışta hepsini göremiyordum tabii, oldukça büyüktü ve ben bu devasalığın içinde kendimi kaybolmuş gibi hissediyordum, bu saray benimdi fakat hiç benimmiş hissiyatı vermiyordu, burası evimdi fakat evimdeymiş gibi hissetmiyordum.
Sanki bu saraydan kaçıp gitsem, uzun bir yolculuğa çıksam ve sonunda kimsenin bilmediği bir yere gelsem, işte benim evim orası olacakmış gibi hissediyordum.
Bu akşam izinsiz çıkmıştım saraydan, neredeyse yirmi beş yaşında bir adamdım ve ona rağmen deniz havası almak için bile izin istemem gerekiyordu, üstelik bu akşam izinsiz çıkmama rağmen beni gören muhafızlardan biri ısrarla peşime takılmıştı.
Sarayın bahçesine girdiğimiz an dakikalardır elinde tuttuğu kılıcı kabzasına geri soktu, veliaht prens olduğum için her an tehlikedeydim, saraya girdiğimizde muhafız bana iyi akşamlar diledi ve görev yerine geri döndü.
Fakat birazdan olay çıkacağından habersizdi, annem ondan izinsiz çıktığım için sarayı birbirine katacaktı, babamın ölümünden sonra tahtı o devralmıştı, zaten soğuk olan annem kraliçe olduktan sonra bizi evlat yerine koymuyordu, nefret ediyordu sanki hepimizden, benden, ablam Jieundan ve kardeşim Hyunjinden..hepimize nefretle bakıyordu sanki.
Saraya girdiğimde beklediğim manzara tamamen aynıydı, koltukta oturmuş şarabını yudumlayan ve büyük ihtimalle birazdan yaşanacak kavgayı keyifle izlemeye hazırlanan Hyunjin, kollarını birleştirmiş bir şekilde nefret dolu bakarak en önde duran annem, ve arkada ne olacağını endişe ve merak karışımla bekleyen Jieun.
"İyi akşamlar herkese." diyerek içeri girdiğimde Hyunjin ufak bir kahkaha attı.
"Neredeydin?" diye sordu beklemeden annem.
"Deniz havası almaya çıkmıştım."
"İznimi aldın mı?"
Ortam gerilmeye başlamıştı fakat ben de geri durmaya niyetli değildim.
"Sadece bir deniz havası anne, bunun için bile izin mi almak zorundayım?"
"Evet,ayrıca bana anne dememeni söylemiştim,anlayın artık şunu,ben sizin anneniz değilim,bana majesteleri diyeceksiniz!"
"Peki majesteleri." diyerek önünde eğildiğimde Hyunjin şarabı püskürttü.
"Bir de dalga mı geçiyorsun?,sen çok şımardın"
"Şımardım mı?,ben mi şımardım?,beş dakika ortalıkta yoktum ve bunu bile abartıyorsun."
"Sana baban öldüğünde kral olmanı söylemiştim, ben daha çok gencim dedin, kral olsaydın özgür olurdun, sırf senin için tahta geçtim ben!, ne kadar yoruluyorum biliyor musun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Prince | Taekook
FanfictionKral olmak istemediği hâlde annesi tarafından zorla tahta çıkartılmaya çalışılan Jeon Jungkook, bir gün saraydan kaçar. Fakat habersiz olduğu bir şey vardır. Annesi peşine ülkedeki en iyi muhafız olan Kim Taehyung'u takmıştır.