2

7 1 0
                                    

-Bu hikayedeki karakterlerin ve olayların gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi yoktur. Tamamıyla hayal ürünüdür.-

Hastanedeki yatağımda elimdeki gazetenin manşetini okurken aklıma çok sevdiğim şairlerden biri olan Sappho'nun* şöyle bir dizesi düştü:

'Belki de unutursun sen,
ama bil ki gelecek günlerde anacaklar bizi'

İnsanlar beni konuşuyordu durmadan, sonuçta Türkiye'de her gün bir milletvekiline pusu kurulmuyordu ya. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu canım ülkemin güzide insanları. Hastanenin önü içeriden haber almaya çalışan ana akım medya muhabirleriyle doluydu.

Zamanında Hülya Avşar kızı Zehra'yı doğurup hastaneden taburcu olana kadar onu 42 kameraman ile 99 muhabir takip etmiş
hatta hastanenin üstünden helikopterle fotoğraflarını çekmeye çalışmışlardı. Yemin olsun onunla kapışır bir kalabalık vardı kapıda.

Kadınlar arası dayanışma derneklerinden, parti liderlerinden, aktivist örgütlerden, meclisteki meslektaşlarımdan gelen çiçekler odada genişçe bir yer kaplıyordu. Ben sağ koluma takılmış serumum ve ayağımda bulunan alçımla Zehra Çilingiroğlu kadar ilgi görüyordum.

Jandarma Genel Müdürlüğü'nün önünde canım bedenimden ayrılmışçasına baygın yatarken nöbetçi er tarafından fark edilmişim. Ağzımın kenarından akan kanı, yarılmış alnımı, ayaklarımın altındaki irili ufaklı çizikleri görüp içeri almışlar. Üstüm başım taranmış kim olduğumu bulabilmeleri için ancak nerden bileyim o gün saldırıya uğrayacağımı, üstümde ne kimliğim ne de ehliyetim var doğal olarak. Tesadüf bu ya kumaş pantolonumun arka cebinde parti üyelik kartım kalmış, onu bulabilmişler. Tam teşekkürlü bir hastaneye sevkim yapılırkense çoktan arabam bulunmuş ve haberler Türk basınında yayılmaya başlamış. Bu nedenle tüm bu sevk süreci tanık koruma sebebiyle gizlilikle yürütülmeye çabalanmış. Acilden giriş yapılırken bile yanımda bulunan rütbesini hatırlamadığım üniformalı kişiler adımı itinayla saklamaya çalışırken öğrendim bu gerçekleri.

Bilincim bundan bir iki saat önce açılmış ve ifadem alınmıştı. Olayın gerçekleştiği çevrede bulunan güvenlik kameraları arızalıydı, mobeselerin kör noktasında gerçekleşmişti silahlı saldırı. Parmak izine rastlanmamıştı, İshak Beyin otopsi sonucu sonrası gelecek olan kurşundan alınan balistik raporu beklenecekti. Kurşunun bulunduğu silahın ruhsatsız olduğunu yemin edebilirdim. Ben ve dünyada kalan insanların hepsi bu yaşananların planlı olduğunu biliyorduk bence. Yirmi dört yaşında muhalif kesimi mecliste temsil etmesi adına seçilen bir milletvekiline yapılacak suikast girişiminin planlı olmayacağını düşünmek aptallık olurdu şüphesiz.

Survivor Sahra gibi başarılı olmak için canımdan oluyordum resmen.

İfadem alınıp hastaneye yatışım gerçekleştikten hemen sonra odanın kapısının önünde bir itiş kakış yaşandı. Kapı hışımla açılıp içeriye gözleri kan çanağına dönmüş annem ve on yaş daha yaşlanmış gibi görünen babam girdi. Hakan ve Ayşen Sözbay kanat takıp buraya gelmiş gibilerdi, nefes nefese kapıda durup yatakta yatan bana bakıyorlardı. Annemin elleri titredi önce, yüzüme dokunmaya kıyamadı, hıçkırıkları duyulmasın diye ellerini kapattı ağzının üstüne. Sağ yanağımda morarmaya başlamış parmak izleri, kabuk tutmaya başlayan dudağımdaki yara ve alnımdaki dikiş izine gitti geldi göz bebekleri.

"Anne.. anne."

"Annem, iyi misin güzel kızım, iyi misin bitanem? Ne yaptılar sana böyle, kim kıydı sana?"

"İyiyim vallahi anne, yemin ederim bak. Bakma sen burada böyle yattığımda, turp gibiyim."

Babam yatağın sol tarafına doğru gelirken kaşlarını çatmış sinirle aldığı soluğunun ciğerlerinde bir saniyeden fazla durmasına tahammül edemezmiş gibi geri veriyordu.

MuhalifHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin