"Ahh Çınar hiç anlamayacaksın değilmi? Bak. Güç bende. Küçüklüğümüzden beri de bendeydi ama sen hep babana güvenirdin. Dünya bir şans fabrikası değil Çınar Balkanlı ve ben sana son bir şans daha sunuyorum. Annen de baban da kabul etmesen de öldü bunu o kafana iyice sok. Bir dahaki sefere böyle nazik olmam alırım şunun namlusunu -silahı elinde sallayarak- , dayarım şakaklarına çekerim tetiği. Anladın mı lan!"Silah sesi duymak istemiyordum. Bu adamın ölmesini istemiyordum. Acıyı, hüznü, kederi... istemiyordum. İstemiyordum işte! Beynimin daha fazlasını istemesine karşılık yanımda duran adama baktım. Bir saniye bile olsun gözlerini kırpmadan silahın namlusuna bakıyordu. Bakışları uzun zaman savaştığım benliğimi yansıtır gibiydi. Kaybedecek birşeyi yoktu. Ne olursa olsun, bir an önce olsun bitsindi. Acıyı kaldıramıyordu bünyesi ama dışarıya bunu vurmayan bir yapısı vardı. Belki bunlar sadece benim hayal ürünümdü. Kendi benliğimle bir savaş içerisindeydim ve artık beyaz bayrak çekme zamanıydı.
Mafya kılıklı adam silahı beline büyük bir bilmişlikle koydu ve Çınarın bileklerini çözerken bana döndü
"Seni bırakıyorum Çınar Balkanlı. Unutma son şansın. Ama, - ellerini yeni yeni çıkmış sakallarında gezdirerek - bu küçük hanımefendi işime yarayabilir. Ne de olsa seninle alakası yok. Tanımıyordun değil mi? "
Benliğimden hala izler taşıyorken tuhaf bir şekilde bu adamın sözlerine tepki bile vermemiştim. Aslında nefes almakta zorlanıyordum fakat bu düşüneceğim son şey bile değildi. İleri derece olmasa bile tuttuğunda ciddi sorun yaratan bir astımım vardı. Tutmaması için derin nefesler almaya başladım. Tüm bunların yanı sıra Çınarın ne diyeceğine odaklanmıştım. Sanki benim için bir kurtuluştan daha fazlasıydı o kelimeler. Düşüncelerimden kurtulup o soğuk sese odaklandım.
Hayal kırıklığı mı? Değildi. Acı mı? Belki.. " UMRUMDA DEĞİL. " Ciğerlerim mührünü yemişti. Boğazımdaki yumru yutkunmamı zorlaştırıyordu. Nefes alamayacak gibi hissediyordum. Son bir nefes daha diye yalvaran ciğerlerime istediğini vermek için kafamı olabildiğince kaldırdım. Yüzümün kıpkırmızı olduğuna yemin edebilirdim. Kendimi daha fazla yormamak için gözlerimi kapattım. Annem ve babama gidiyordum. Karanlık beni istiyordu belkide. Ruhumu istiyordu. Ben o uçsuz karanlığa yürürken güçlü bir kolu sırtımda ve bacaklarımın altında hissettim. Daha sonrası karanlıktı..
ÇINAR
Masanın üzerinden cep telefonumu ve arabamın anahtarını alıp kapıya doğru yöneliyordum ta ki o sesleri duyana kadar. Yerimde mıhlanmama neden olan bu sesleri hatırlıyordum. Hiç unutmamıştım ki. Arkamda bıraktığım kızın Duru'dan farkı yoktu şuanda. Duru.. Seneler önce ölen kız kardeşim. Astım denen illet onu yedi yaşında bulmuştu. Onun için seferber olmuştuk ailecek. Tüm önlemleri almıştık evde. Bir gün eve geldim. Mutfakta biraz oyalandıktan sonra odasına çıktım. Boğazını tutmuş odada telaşla birşeyler arıyordu. Neler olduğunu anlamam geç olsada anlamıştım işte. Yine astımı tutmuştu ve belli ki ilacını bulamıyordu. Duru bir anda yere yığılınca düşüncelerimden sıyrılıp ilacı aramaya başladım. Yok..yok..yok! İlacın bittiği kanısına varınca Duru'nun yanına gittim. Kendinden geçmişti. Elimi boynuna götürdüm, yüzünün kıpkırmızı olmasına karşın teni buz gibiydi ve soluktu. Tek bir atış dahi yoktu iki parmağımın altında. Gerisini pek hatırlamıyordum. Sinir krizi geçirmiş, önüme gelen polisi yere sermiştim.
Ve o gün kendimden nefret etmiştim bir kez daha. O lanet ilaçları bulabilirdim. Barda eğlenmeyip eve erken gelebilirdim.. Ama olan olmuştu işte. Duru'm ölmüştü. Bu acının altından bir kez daha kalkamazdı ruhum. Kızın nefes sesleri kesilmeye başlıyordu. Düşüncelerimden arınıp kızın ellerini çözdüm ve kucağıma alıp arabaya bindirdim. Neden konuşup da durumunu anlatmamıştı ki ? Ölümüne mi susamıştı! Geride bıraktığım adam şaşkınlıktan birşey söylememişti. Sanırım kızın elinde ölmesindense serbest bırakmayı yeğlemişti. Torpidonun gözlerini karıştırdım belki ilaç bulurum diye ama zaman kaybından başka birşey olmadı. Direk en yakın hastaneye sürdüm.
***
Bu hemşireler konuşmama yemini falan mı içmişti? İçeriden çıkıyorlardı ama tek söyledikleri hasta hala yoğun bakımda laflarından ileri gidemiyorlardı. Normalde başıma iş açacağından bırakır giderdim ama bu kız Duru'ya çok benziyordu. Durumunu gerçekten merak ediyordum. Sanki zihnimdeki o pişmanlığa su serpecek gibiydi. Her ne kadar elimle paspasın altına süpürmek istesem de düşüncelerim bana galip geliyordu. Beni anneme şikayet etmesini, onun yüzünden aldığım cezaları özlemiştim. Özlemiştim onu..
Doktor ağzındaki beyaz maskeyi çıkarıp bir süre söyleyeceği şeyi tarttı."Hastanın yakını mısınız?" Sesimi sabit tutmaya çalışarak konuştum " Hayır. Onu buldum." Aklıma gelen şeyle bir an düşündüm. Daha sonra bir zararı olmaz diyerek kızın arabamdaki çantasından kimliğini çıkarıp temkinli bir bakış atarak uzattım. Adı Azra'ydı . Azra ; duru, saf, el değmemiş demekti. Duru'ya gerçekten benziyordu. Başta duvarlarımın ardında duran Çınar ne kadar kabullenmek istemese de benziyordu işte. Ama işin ilginç yanı bu kızın gördüğümden beri tek kelime etmemesiydi. Yiğit denen şerefsiz ne kadar iğrenç imalarda bulunsa da hatta başına namlu dayansa da sesini çıkarmamıştı. Olacak herşeyi kabullenmiş gibiydi. Ama gözleri.. O gözler ardında çok daha fazlası vardı. Eski bir kilitli sandık gibiydi. Içinde ne saklıyor? Neyden kaçıyor? Bunları bilmek imkansızdı.
Karşımda duran ellili yaşlarda olduğunu tahmin ettiğim doktor elindeki dosyaya baktı bir süre. Konuşacak gibi oldu ama derin bir nefes alarak tekrar sustu. Daha sonra odasında konuşabileceğimizi söyleyince hiç itiraz etmeden onu takip ettim. Doktor koltuğuna geçmek yerine tam karşımda duran sandalye tarzındaki koltuğu çekti ve oturdu. Dosyayı önümüze koydu ve boğazını temizlemeye çalışarak öksürdü. " Bunlar hakkında size bilgi vermem ne kadar doğru, gerçekten bilmiyorum Çınar bey. Fakat biliyorsunuz ki hastanemiz özel ve yüksek standartda bir hastahane. Ben ve çalışanlarım elimizden geleni yaptık. Fakat kız uyanmıyor. Bağışıklığı hiç denecek kadar az. Tabi bunları doğuran birçok sebep var fakat bunları size söylemem yasak. İşimi seviyorum. Fakat bir yolu var.." gözlerini dosyadan kaldırdı ve derin bir nefes aldı. "Eğer onun refakatçisi olur ve onu sorumluluk altına alırsanız size bu bilgileri verebilirim." Düşünme gereksinimi bile duymadan hayır diyecekken doktor sözümü kesti. " Bakın onun toparlanması için ilgiye, sıcak bir yatağa ihtiyacı var. Bir eve ihtiyacı var." Son söylediklerini bastıra bastıra söylemişti. Sanki bunu benden çok kendine söylemişti. Dediklerini bir süre beyin süzgecimden geçirdim. Aklım almıyordu. Evi yokmuydu? Tabi ya! O saatte sahilde kayalıklarda ne işi olabilirdi ki. Nasıl yaşıyordu? Kaçırılmış da olabilirdi. Yiğitin bizi kaçırdığı zaman da soğukkanlılığını korumuş, birşey dememişti. Belki de bu yüzdendi?
Doktor bir süre dalıp gidişimi seyretti. Konuşmayacağım kanısına varınca beni, duvarlarım ardındaki benle açacağım savaşa iten soruyu sordu.
"Bu sokak kızının refakatçisi olacak mısınız Çınar Balkanlı?"
Sevgili okurcuklarım hepinizi çoook seviyorum. Oylarınız için de ayrıca teşekkür ediyorum. Ve hikayeye daha yeni yeni giriş yapıyoruz. Azra hakkında öğrenecek çok şey var. Çınar hakkında da . Yolları kesişebilecek mi? Bunu hep beraber göreceğiz. :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOKAK KIZI
ChickLitBir kız düşünün 18 yaşında . Daha 9 yaşındayken annesini babasını bir hiç uğruna kaybetmiş. Esirgeme yurdunda her gece aynı kabusla uyanan bir kız. Hayat ona hiç fırsat tanımamış belki de. Ve şimdi onun tek hedefi ailesinin intikamını almak.. Peki...