Savaş, devletler, kabileler ve siyasi gruplar arasında, askeri birimlerin kendi aralarında askeri operasyonlar şeklinde çatışması, bir tarafın diğer tarafı kendi konumunu kabul etmeye zorlama girişimidir.
Böyle bakınca kulağa ne kadar da basit geliyor öyle değil mi? Bazı savaşlar vardır ki, seneler, asırlar önce olmuş ve tarihin tozlu sayfalarına kazınmıştır. Bu tip savaşlarda askerler ölür, krallarsa konuşulur hep. Bazı savaşlarsa bizim bulunduğumuz zaman diliminde olsa bile yerleştiğimiz rotadan epey uzaktadır. İşte bu tür savaşlar hakkında konuşmak çok kolaydır. İnsanlar iki gruba ayrılır ve hangi tarafın haklı olup-olmadığı tartışılır. Bir diğer grup da var ki, onlar hiç bir tarafta olmadıklarını, sadece barışı istediklerini iddia ederler. Ama bir savaş insanoğlunu direkt etkilerse eğer, işte işler orada epey bir karışır. Normal hayatımızda tartışdığımız esnada nasıl kendimizi haklı çıkarmaya çalışıyorsak, savaşta da aynı şeyi yaparız. Her iki taraf kendini haklı görür ve karşı tarafı haksız çıkarmaya çalışır. Bir de bu işin perde arkası vardır tabii ki. Aslında savaşın tanımı en başta söylediğim şey değildi. Savaş bir acıdır, göz yaşıdır, kandır. Bir annenin acı dolu feryadı, bir babanınsa çaresiz fısıltısıdır. Öyle acılar barındırıyor ki kendinde savaş, bir bebeği bile toprağa teslim edecek kadar zalimdir. Sevdiklerimizi, en değer verdiklerimizi, kendi canımızdan olan insanları bizden alacak kadar vicdansızdır. Öyle karmaşıktır ki aslında, dostu düşman, düşmanı dost edecek kadar sinsidir. Hiyledir savaş. Ve en önemlisi, savaş bir nefretdir.
Peki size böyle bir soru sorsam, "İnsan kendi tarihi, geçmişi için nefret etdiği bir halk mensubuna duygu besleye bilir mi?" Çoğunuzun: "Hayır tabii ki de, düşmanı sevmek mi olur? Önce vatan sevgisidir" dediğini duyar gibiyim. Bu cevabı vermekte elbette haklısınız. Ben de öyle cevap verirdim zaten. Kulağa çok basit soru gibi gelse de, aslında hiç de değil. Onu tanıyana kadar bu sorunun zorluğu altında ezileceğimi asla düşünemezdim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tatar kızı
AdventureAyşe çocukluğundan beri babası gibi asker olmak arzusuyla yanıp tutuşur. İkinci Karabağ Savaşı'nda babası Rehim Kerimbeyli'nin şehit olmasıyla da bu dileğini gerçekleştirmek kararını verir. Askeri keriyerine başlayan Ayşe teğmen rütbesine yükselir...