VIII

26 22 0
                                    

Huysuz bir kaşıntı ile araladı gözlerini. Sırtında gezinen karıncaları defetmek için elini uzattı ama başaramadı. Yere, çimenlere sürtünüp ezmek için çabalarken sabah ezanı okunmaya başlamıştı. "Ali rıza" dedi ve doğruldu. Ali rıza bey az sonra işe gidecekti ve çok  sevdiği Aziyade hanımın sohbetinin saadetine kavuşabilecekti. Heyecanlandı. Şimdi gitmeliyydi abisi, güneş tepeye doğru yol alırken onun da işe gitmesi gerekiyordu. Elini yine sırtına götürdü ama kendisini huzursuz eden karıncalara erişemedi. Ezan bittiğinde tek bir kıpırtı sesi bile kalmayan köyün içinde bir kapının açıldığını duydu. Oturduğu yerden başını yana doğru eğdi, Aziyade hanımların evinin kenarından yalnızca girişi görünen bakkala bakındı. Daha şimdi açılıyordu ve elinde sigarasıyla bir adam kapısında duruyordu. Alışkanlık ile hâlâ sıkıca kavradığı elini açıp boş avucuna bakındı. "Ali rıza" dedi ve ayağa kalkıp ağır adımlar ile derenin yolunu tuttu. Pek uzak olmadığı ve sanatla uğraşmayıp aklını kullanmayı seçtiği için tüm yolu aklına kazımayı başarmıştı. Hemen buldu dereyi ve paraları bıraktığı yere gidip hala orada olduğunu görünce sevinçle aldı. "Bir, bir buçuk, iki buçuk ve üç buçuk" herhangi bir azalma yoktu paralarda. Sonunda hakkıyla kazandığı paralara kavuşmuş olmanın verdiği mutluluk ile sımsıkı sıktığı avucunu örme hırkanın içerisine saklayıp geriye döndü. İlk iş olarak bakkala girip bir ekmek arası almak istiyordu ama iki gündür yatıp saklandığı yere geri geldiğinde pencereden sarkıp çamaşır asmaya çalışan Aziyade hanımı görünce bekledi.

     Perncerede bir belirip bir kaybolan Aziyade hanım az sonra asacağı çamaşırları bitirince pencereyi kapatıp içeriye geçmişti. Zaman kavramını kaybetmemişş olsaydı eğer şimdi Ali Rıza beyin gideceği saate kadar saat sayardı. Aşık olduğu kız ile aralarında bir engel oluşturan iri yapılı ali rıza bey gidince de pencerelerine dadanırdı. Oturup bağdaş kurdu ve kavuşmaya götürecek ayrılışı beklemeye başladı. Ne bakkala gitmek kalmıştı aklında ne de karnının acıktığını anımsayabilmişti. Nihayet saatler sonra evin kapısı açılıp elinde ceketi ile görünen Ali rıza bey ailesine el sallayarak orman yoluna doğru ilerledi. Gözden kaybolduğuna emin olana kadar bekledi Feridun bey ve sonra gizlendiği yerde bir ağacın altına paralarını saklayıp mutluluğa açılan pencereye yanaştı. Elerini pencerenin altına uzatıp ayak parmakları üzerine yükseldi. İçeride Aziyade hanım yoktu. danteller ile süslenmiş bir koltuk, pembe çiçek motifleri ile süslene yatağı ve duvarda yamuk bir çiviye asılı duran el yapımı amatör bir tabloya göz gezdirdi. Aziyade hanım odanın içerisine elinde büyük bir tuval ile gelince ilk önce kendisini görmemesi için gizlendi sonra da elinde fırça ile mavi rengi tuvale süren Aziyade hanımın resim çizmesini seyretti. Aziyade hanımın amatör fırça darbelerinin tuval üzerinde gezinişini büyük hayranlıkla izliyor, mavi üzerine sarı işlemeli yıldızlarına aşk ile bakıyordu. Sanki elinde tuttuğu fırça kendisine ait bir uzuvmuş gibi davranan Aziyade Hanım tabloyu bitirmeye yakın kapı açıldığında ıslak boyanın üzerini bir örtü ile gizleyip gelen kişiyi karşılamak için kapıya yöneldi. Beyaz örtü maviye, sarıya ve sonradan eklenen çimeni temsil eden yeşile bürünmüştü. Sesi çıkmaz gönlü güzel Ayla Hanım içeriye kapıyı çalmadan girdiği için utandığını kızaran yanakları ile belli ediyordu. "Sen miydin Ayla? Bir an için annem geldi sanmıştım" dedi ve resminin üzerine serdiği örtüyü alırken boyaların nasıl da birbirine ahenkle karıştığını görünce üzülmüş olsa da bunu kardeşine belli etmedi. Denizin sularına düşen sarı boyanın üzerinde hüzünle parmağını gezdirirken ayla hanım usulca yaklaştı ve Aziyade hanımın beline sarıldı özür dilermişçesine. Feridun bey eğer dengesini kaybedip parmakları pencereden kurtulmasaydı onun varlığını fark etmeyip abla kardeş sevgiyle sarılmaya ve şüphesiz birbirlerini teselli etmeye devam edeceklerdi.

     Feridun bey içeriyi izlediğinin fark edilmiş olduğunu aşık olduğu kadın yazmayla başını örtmeye davranırken, kardeşinin de duvar gibi önüne geçip ablası başını örtene kadar onu gizlemeye çalışmasından anlamıştı. Yüzlerinde onları görmemiş olması gereken birilerine yakalanmış olmanın korkusu barınıyordu. Saklandığı yere değil ama evin biraz uzağına kaçıp oturan Feridun bey aşık olduğu kadının resim çizerken kendisinden geçip büründüğü kişiliğine hayranlık duyarken aynı zamanda annesinin zamanında tembihlediği sözler kafasının içinde yankılanıyor, bu sesleri bastırmakta zorlanıyordu. "Sanat aptallaştırır Feridun!" diyordu bu ses. Aptallaşmaktan çok korkuyordu. Ama nasıl da güzel sürüyordu boyaları hasretini çektiği göğü resmederken. İlk kez aşkı tattığı güzel kızın anıları zihninin duvarlarında çocukluğunda hiç sahip olamadığı bir top gibi sekerek gezindi.   Sonra annesinin kızı ürkütüp kaçırdığı ve akşamında yemekte yediği portreler. "Aziyade yapıyorsa doğrudur" diye bastırdı annesinin sözlerini. Uzun zamandır bastırıyordu. Kendisini sanattan ve aslında içinde var olan kendine has tüm tutkulardan o kadar uzaklaştırmıştı ki, annesinin sözleri korkutmuyordu Feridun beyi artık. Şimdi yeniden zihninde belirince korkmamıştı ama afallamıştı. "Ama yıldızlar ve gök uymuyor, renkler ayrı ayrı güzel ama birleşince bir bütün oluşturmuyor" yorumunu da tüm seslere rağmen katarak içerisinde kıpırdanan sanat aşkının heyecanını yaşadı. Oturduğu yerden Aziyade hanımın evini ilk bulduğu zaman duvarında dikkatini çeken kuş resmi görünüyordu. Evin kapısı açılıp iki hanımefendi de dışarıya çıkıp pencerenin dışında onları izleyenin kim olduğunu görebilmek için çevreye bakınırken Feridun bey de kuşun kanatlarını seyrediyordu. Şimdiye kadar toplumun, özellikle ailesinin baskıları ile içerisine huzur vermekten ziyade uğraşırken zevk aldığı tek şey olan sanattan kaçmak, ölüm korkusu yüreğine girdiği günden beri yaşamayı unutmak, evinde kendisini öldürmek isteyen bir eşi var iken daha önce hiç görmediği, varlığını bile bilmediği bu yerde sanata aşık bir hanımefendiye aşık olmak dengesini altüst etmişti. Düşünürken süreçlerin heyecanına kapılıp aşağı yukarı sallanan başı ve titreyen dudakları, "Sanatın da kuralları vardır Aziyade. Kuralsız bir sanat sadece duygu verir. Duygu veren sanat ise karın doyurmaz. Aptallık!" sözlerini tekrar edip duruyordu. Kuş kanatlarını çırparak duvardan uzaklaşırken karşısında beliren iki gölge başını kaldırmasına, gördüğü bir çift güzel göz ise kafasının içinde yankılanan tüm o can alıcı sesleri bastırmasına sebep olmuştu. Şimdi her şey daha berraktı. Zihninin içindeki kalabalık susmuş yalnızca kendisine şaşkınlıkla bakan Aziyade hanımın "Siz miydiniz Feridun bey? Sizi görmek ne büyük şeref" sözleri işitiliyordu. Düşüncelerin arasında kayıp bir kaptan gibi yelkenlere hakim olma mücadelesi verirken yanına kadar gelen iki kızın farkına bile varamamıştı.

YAŞAMAK TELAŞIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin