Mağaranın karanlık bir yanı vardı. Dar duvarları arasında kısıtlı hareket edebileceği kadar yeri vardı. İki gündür sığındığı mağaranın verdiği güvenlik hissi buraya alışmasında yardımcı olmuştu. Mağarayı evi olarak benimsemişti. Sevdiği kızı son kez gördüğü günün gecesinde derenin kıyısında ıslak yüzüne vuran ayaz hasta etmişti. Bu mağara şifa vermiyordu belki ama gecenin tenhalığında soğuktan ve Feridun beyin hayal gücünde barınan belki de gerçekten var olan yabani hayvanlardan koruyordu. Bir avuntu ile sığındığı mağaranın girişinden dışarıya bakındı. İki gündür buralara ne uğrayan ne de çamaşırlarını yıkamak için gelen birileri vardı. Yalnızlığının en kuytu köşelerini süsleyen Aziyade hanımın ismini anımsamak avutuyordu. Günün beli saatlerinde ismini sayıklıyor, onu öptüğü günü gözünde canlandırıyordu. Ardından öksürükler kuru boğazını yırtarcasına darbeler vurdukça zihninde canlanan puslu görüntü de kayboluyordu. Aklını yitirdiğini düşünüyordu. Artık sökülmeye başlayan, attığı her adımda şikayet etmeden eşlik edip görevini yerine getiren örme hırkasına sarılıp mağaranın girişine süründü. Oturdu ve ayaklarını dışarıya uzattı. "Aziyade, güzel gözlüm" ilahi bir boyut kazanan arzusu ile aşkının ismini her andığında ormanın içerisine yayılan sessiz gün aydınlığında gördüğü her şeyi ona benzetiyordu. Ağaçların yaprakları sallandıkça Aziyade hanımın yazması düşünce saçlarını savurup rüzgara verdiğini anımsıyordu. Bir ağacın gövdesi tabloya uzanan kıvrımlı bir belin silüeti oluyordu bir anda. Derenin üzerinde hafiften bir kıpırtı dudaklarına konan ıslak bir öpücüğü anımsatıyordu. Öksürükleri yeniden ciğerlerini sıkıştırıyor, gözlerinden yaşlar getiriyordu. İki gün olmuştu ve iki gündür eksikti. Kaybolmuştu. Yaşadığını düşünmüyordu. Yaşamak için buradan köye kadar yürümesi gerekiyordu.
Doğruldu. Uzun zamandır yatmaktan, dar mağaranın içinde kaya gibi sabit durmaktan bütün vücudu canlılığını yitirmişti. Eskiden olsa buradan bir koşu köye gidip gelirdi fakat şimdi ayağa kalkacak mecali kalmamıştı. İki adım attı. Gölgede saklanan solgun yüzü gün ışığına çıkınca canı yandı. Gözlerinin kuru kuru yandığını hissetti. Sağ eliyle güneşi engellemeye çalışırken diğer eli göğsünde bekliyordu. Nefesi dar, adımları yavaştı. Derenin yanına kadar gidip biraz su içmek niyetindeydi. Dün hastalığı şiddetli geçirdiği için mağaranın içinde örme hırkanın üzerine uzanıp uzun soluklu bir uyku çekmişti. Uyku halinde çektiği ıstıraplı kıvranmaları uyanınca da çektiği için yeniden kalkıp bir yere gidememişti. Yemek yememiş, su bile içmemişti. Biraz daha yaklaştı dereye. Belki bir düzine daha adım atsa yanındaydı ama buna gücü yetmedi. Olduğu yerde dizleri üzerine çöktü. Yere çarpan, gücünden kesilmiş dizleri parçalanmışçasına acıyınca acının dinmesi için bekledi. Ellerini dizlerinin üzerine koyup gözlerini derenin iştah açıcı sularına dikti. "Beni ne güzel öpmüştü, beni öldürmek niyetinde olduğunu nereden bilebilirdim. Düşüncelerim, bedenim ve tüm benliğim zehirli dudaklarının etkisi altında kaldı. Saniyeler geçtikçe zehir yayılıyor. Sanırım ölmekten korkmuyorum, zehre iştahımı bastıramamaktan korkuyorum" düşünceleri ile karnına şiddetli yumruk darbeleri vurulduğunu hissettiren sancıları bastırmak için karnını sarıp başını yere yasladı. "Toprak. Buradan geldim buraya döneceğim" başını kaldırdı. Ağaçların yaprakları arasından süzülen ışıkların etrafını sarıp onu kutsayışını, bir kuş sürüsünün bu yaprakların ardından uçup gidişini izledi. Nedendir sonra aklına bir plan gelmiş gibi son kuvvetini dizlerinden toplayıp ayağa kalkmayı başarabildi. Derenin yanına gidip su içme fikrini, karnını kasıntılarla kavuran susuzluğunu unutuvermişti. Gözleri ürkünç bir genişlikle açılıp meydanı izledi. "Bir sürü, evet" ağzından köpükler saçan kuduz bir hayvanın ürkütücü yanını takınmıştı yüzüne.
Ağaçların yetişebildiği dallarından yapraklar koparttı. Yeşil ve canlı yaprakları bir eliyle sıkıca karnına bastırıp muhafaza ederken diğer eliyle dalları çıplak bırakmaya devam ediyordu. Yeterince topladığını veya daha fazlasını toplayamayacağını düşündüğü esnada en az geldiği kadar yavaş adımlarla geriye döndü. Mağaranın içine girip emekleyerek inine ulaştı. İçerisi karanlık olmasına rağmen günün bu saatlerinde dikkat isteyen bakışlar ile duvarları belli oluyordu. Yaprakları yere bırakıp kenara sürükledi. Dizlerini sürterek duvara yaklaştı. Eliyle duvarın üzerindeki toz kalıntılarını temizledikten sonra eline büyük bir yaprak aldı. Güzel yorgun gözler, saçlarının hürlüğünü sakınan yazması, ıslak dudakları, tanrısal bir sanat ile işlenen boynu ve dudaklarının üzerindeki dikkat çekici ben. Feridun bey elindeki yaprağı duvara sürttükçe Aziyade hanımı anımsatan bir çizim elde ediyordu. Amacına ulaşıp çizimi tamamladığı zaman geriye aldı kendisini. Çizdiği resme baktı. "Ne güzel gözleri var" diyerek bu gözlerin sahibini düşündü. Mutlu olmuştu. İki gün olmuştu. Özlemi bir dağ gibi oturuyordu göğsünde. Hayal olarak yaşatıyordu ama karşısında yorgun gözleri gülen Aziyade hanımı görebilmesi hasretinin yatışmasında bir nebze de olsa yardımcı olmuştu. Uzanıp dudaklarında elini gezdirmek istemişti. Parmağının değdiği dudak kıvrımı silinip kaybolunca bu yaptığından pişmanlık duydu. Hemen yanına yeniden aynı gözleri, dudakları çizip geriden duvara baktı. İki tane birbirinden güzel Aziyade hanım. Yaptığı işten memnun karşı duvarına sırtını dayadı. Ayaklarını uzatıp bulut geçtikçe bir aydınlanıp bir kararan resimleri izledi. Günler birbirini kovaladıkça Feridun beye yeni imkanlar doğurmaya devam ediyordu. Sonsuz fırsat tanıyan ağaçların yaprakları elinde oldukça Aziyade hanımı yaşatabileceğini düşünerek karşısındaki duvarı ve zemini onun resimleri ile doldurmaya devam ediyordu. Hepsi birbirinden farklı fakat hepsi de aynı güzellikte tebessüm eden bu resimler bir gün hayal kırıklığına uğramasına sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAMAK TELAŞI
General FictionÖdünç ömür Yaşamın şehvetine kapılıp gölgesini insanlıktan üstün gören Feridun Bey'in yüreğine ölüm düşmesi ile başlayan macerası. Kendisini yollara vuran Feridun Bey'in vardığı Sarem köyünde tanıştığı Aziyade hanım ile aralarında yaşanan aşk hika...