Rüzgarın soğuk esintileri saçlarımı uçuştururken, gözlerim, karşımda ki ıssız adamı izliyordu. Simsiyah giyinmiş, şapkası ve yüzüne taktığı maske ile kendini gizlemişti. Etraf karanlıktı, bulunduğumuz ortamı ise sadece bir sokak lambası aydınlatıyordu.
Her ne kadar çok korksam da, merak duygusu daha ağır basıyordu. Dudaklarım birden aralandı ve ben konuşmaya başladım.
"Ne istiyorsun benden?" Diye sordum düz tutmaya çalıştığım ses tonumla. Ne kadar başarılıydım bu konuda, ben de bilmiyordum.
Cevap vermedi.
Cevap verene kadar susmadım, "Sana sordum!" Dedim. Sesimi yükseltmiştim, çünkü öbür türlü beni pek dinleyecek gibi değildi.
Hiç tanımadığım bir adama kafa tutmam ayrı bir olaydı. Bunu sonra düşünürdüm.
"O sesini yükseltme." Ne beklediğimi bilmiyordum, fakat beklediğim cevabın bu olmadığını biliyordum. Emindim. Gözlerimi kapadım ve düşünmeye başladım.
Ne kadar düşünürsem düşüneyim, ben bu sesi hiç duymamıştım. Bana yabancıydı bu ses.
Dediği şeyi umursamadan devam ettim, "Haftalardır peşimde dolaşıyorsun. Fark etmediğimi falan mı sanıyorsun sen?" Diye bir soru yönelttim karşımda tanımadığım, beni günlerdir takip eden adama.
"Fark ettiğini biliyordum." Dedi, bu durumdan hoşnut olduğunu belirten bir ses tonuyla.
"Dalga mı geçiyorsun?" Diyerek sitem ettim. "Rahatsız olduğumun farkındasın. Polisi arayamadığımın da."
Kim takip edilmekten rahatsız olmazdı ki?
"Neden aramıyorsun?" Diye sordu alaycı bir ifadeyle. Meydan okur gibi kollarını önünde birleştirmişti.
"Aramamın bir etkisi olacak mıydı sence?" Şimdi ise bende kollarımı önümde birleştirmiştim.
Beni günlerdir takip eden biriyle böyle konuşmam ne kadar doğruydu? Şu an arkama bile bakmadan koşmam gerekmiyor muydu?
"Denemekten zarar gelmezdi." Evet, benimle dalga geçiyordu.
"Durumu biliyorsun, kes çeneni ve rahat bırak artık beni." Söylediğim sözler karşısında sadece başını salladı.
"Hiçbir şeyin farkında değilsin."
"Her şeyin farkındayım." Diyerek itiraz ettim.
Ani bir haraketle beni duvara doğru itti ve ne zaman çıkardığını bilmediğim bıçağı boynuma dayadı. Ağzımdan firar eden çığlıkla sırıtmaya başlamıştı, bunu kısılan gözlerinden anlamıştım.
"Seni şu an öldürebilirim ve karşılığında da paramı hemen alırım." Dedi keyifli bir ses tonuyla.
Dedikleri ile beraber gözlerim fal taşı gibi açıldığında durumu anlayabilmiştim.
O bütün soğukkanlılığıyla bıçağı boynuma bastırırken, ben sesimin titremesine engel olamamıştım. "Ablam, ne kadar ödedi sana beni öldürmen için?"
Bir ağız dolusu kahkaha attığında ise dediklerimin komik olup olmadığını sorguluyordum.
Aslında sorgulamam bile saçmaydı, bir suikastçı ne kadar normal olabilirdi ki?
"O da bende kalsın." Diyip göz kırptığında gerçekten bir psikopat olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Babamın ablamla arası her zaman çok iyiydi, ablam ne yaparsa yapsın babam ona hiç kızmazdı.
Babam, ablama her zaman sevgi gösterirken, annem ile bana niye hep şiddet göstermişti? Bunun cevabını babamdan başka kimse bilmiyordu. Öğrenmemiz imkansızdı, çünkü o şu an bir mezarın içindeydi.
Bir gün, babamın sebepsiz yere kalkıp annem ile beni dövmesine dayanamamış ve babamı tam on iki yerinden bıçaklayarak öldürmüştüm.
Ellerimde babamın kanı ile annemle evden kaçtığımızı hatırlıyordum sadece. Annem, bir şekilde para bulup beni yurt dışına göndermişti. Her ne kadar annemi benim ile gelmesi için zorlasam da ikna edememiştim.
Amerika'ya gidip evime yerleştikten bir hafta sonra ise bana bir telefon gelmişti;
Annem evinde ölü bulunmuştu.
Ablam annemi, bana yardım ettiği için öldürmüştü.Şimdi de sıra bendeydi, biliyordum. Sadece benim sonumu ablam getirmeyecekti, tuttuğu bir suikastçi getirecekti.
Saçmaydı, neden kendi gelip intikamını almıyor? Diye sormuştum bir zamanlar kendi kendime.
Sonra hatırlamıştım ki, onun yurtdışına çıkma yasağı vardı. Şu an, tehlikeli bir iş adamıyla evli olduğu için rahatça çıkabilirdi fakat o bunu tercih etmemişti.
Kocasının gücü her yere yeterken, o sadece ondan bana bir suikast planlamasını istemişti.
Bir gün bunun intikamının alınacağını biliyordum, fakat bu kadar erken olduğu için şaşırmıştım.
"Söyle." Dedim üsteleyerek.
"Boynuna bıçak dayalı birine göre fazla cesurca konuşuyorsun." Diye cevap verdi tehditkâr bir şekilde.
"Dikkat et bu haraketlerine." Diye ekledi sonradan.
"Hiçbir şeyden haberimin olmadığını söylemiştin, anlat ki haberim olsun." Dediğimde sinirle güldü.
"Anlatma gibi bir zorunluluğum yok." Dediğinde hemen cevap verdim, "Birazdan öleceğim, ve ölmeden önce gerçekleri duymak istiyorum. Hiç mi vicdanın yok?"
Evet, biraz önce bir katile vicdanlı olup olmadığını sordum. Bu dediklerim boş cümlelerden başka bir şey değildi, nasıl ikna edebilirim diye düşünüyordum sadece.
"Kaç kişiyi öldürdüm?" Diye sordu kendine sonra düşünüyormuş gibi yaptı. "Saymadım. Sen bana vicdandan mı bahsediyorsun?"
"Korkmuyor musun?" Dedim gözlerimi kapatarak.
"Korkmak, aptalların işidir. Aynı senin gibi." Dediğinde gözlerimi devirmeden duramadım.
"O gözlerini oyarım senin." Dedi karşılığında.
Son dediğini duymamış gibi yaparak konuştum, "Korktuğumu nereden çıkardın?"
"Belli etmemeye çalışsan da, gözlerinin içindeki o korkuyu görebiliyorum." Diyince bakışlarımı kaçırdım. Cevabımı almıştım, bu da bir şeydi, değil mi?