geçmiş.

161 14 18
                                    

4 Aralık, 2016. 00.34.

Koşuyordu genç çocuk, arkasına bile bakmadan koşuyordu. Çünkü koşmayı bırakırsa ya da arkasına bakmaya yeltenirse o elleri silahlı adamlar onu yakalayacaktı. Ne yapmıştı bilmiyordu ama bunu düşünecek zamanı yoktu.

Son sürat koşarken önüne çıkan adamlarla ne yapacağını şaşırdı. Arkaya dönemezdi, gidemezdi. Hızlıca yandaki sokağa girdi, dolaştı dolaştı. İzini kaybettirdiğini düşünürken arkasında duyduğu gülme sesiyle birlikte tüm vücudu dondu.

Düşünmeye gerek dahi duymadan koştu, sokağın sonundaki apartmana girdi. Asansöre baktığında 7. katta olduğunu gördü, bir de onu bekleyemezdi.. Merdivenleri çıktı hiç düşünmeden.

Dam katına geldiğinde soluk soluğa bir halde dam kapısını açtı. Dışarıya çıkıp duvarlara yaslandı. Tam kurtulduğunu düşündüğü anda etrafını saran adamlarla yutkundu, kaçacak hiçbir yeri kalmamıştı genç çocuğun.

Korkuyla nefes verdi, titriyordu. Yutkunmakla yetindi, adamların iki tanesi ona yaklaşınca hızlıca yan taraftan kaçtı. Arkasına doğru yürürken kollarını iki adam tutmuştu.

Korkuyordu, ne olacaktı şimdi? Onu aşağı mı bırakacaklardı yoksa ölesiye dövecekler miydi? Yüzüne yediği iki sert yumrukla onların ikinci seçeneği tercih ettiğini anlamıştı.

Yüzüne ardı ardına yumruklar yiyordu. Kaçmak istiyordu, burada öylece dayak yiyemezdi. Kendini savunmalıydı fakat iri yarı adamlar onu o kadar sıkı tutuyordu ki ne kaçmasına ne de kendini savunmasına ihtimal yoktu.

Düşüncelerini bölen şey karnında hissettiği acıydı. Acıyla bir inleme bıraktı, baktığında oradaki bıçağı gördü. Ciddi olamazlardı, abisinin hayatını kaybettiği günde kendi de hayatını kaybedemezdi. Bu gerçek olamazdı.

Yine düşüncelere dalmışken sırtının acıması ile kendine geldi. Gökyüzüne doğru bakıyordu. Yutkundu ve nerede olduğuna baktı. Hayır, hayır. Onu atmayacaklardı değil mi? Bunu yapamazlardı. Bir lise öğrencisini düşünmeden buradan öylece atamazlardı.

Yüzüne yediği birkaç taşla beraber kanayan burnu ile dudağına kaşı da eklenmişti. Bıçağı geri çektiler, genç çocuk yine acıyla inledi. Kalkmaya yeltendiği zaman adamlar omuzlarından tutup tekrar yatırdılar.

Ve o son ana geldiler, genç çocuğu 9 katlı binanın damından atacaklar mıydı?  Kendisine göre bunu yapamazlardı. Asla yapamazlardı, yapmazlardı. Ama adamlar onunla aynı fikirde gibi gözükmüyordu.

Genç çocuk yutkundu, abisinin hayatını kaybettiği gün olamazdı. Hayır, lütfen yapmasınlar diye tanrıya yalvarırken adamlardan biri son kez çocuğun yüzüne bir yumruk daha indirdi.

Gözleri kararmaya başlarken son kez adamların yüzüne baktı, ağzından ise şu kelimeler döküldü. "Aptallar, sizi bulacağım. Ve sizi öldüreceğim."  adamlardan biri bu sözler üzerine kahkaha attı.

Ve o kritik an, genç çocuğun gerçekleşmemesini istediği o an gerçekleşti. Adamlar hiç düşünmeden genç çocuğu aşağıya bıraktılar. Düşüyordu. Çocuk düşerken adamlar kaçmak için harekete geçti. Ve kaçtılar.

Genç çocuk ise abisinin mezarına bile gidemeden, ona ağlayıp içini dökemeden öylece aşağıya düşüyordu. Arabanın üstüne düştüğünde sokakta o dehşet cam kırılma sesi duyuldu.

Arabadaki insanlar arabasından iniyor, çevredeki insanlar toplanıyordu. O an kimse ambulansı aramayı hatırlamadı.

Biri hariç.

Kafeden o anı gören çalışan genç çocuk. O aklına getirmişti. Elleri titreye titreye telefonunu çıkardı cebinden. 911'i tuşladı kulağına götürdü.

Adresi de verdikten sonra geriye tek iş beklemek kalıyordu. Oraya asla gidemezdi. Bir ceset daha görmek istemiyordu genç.

Kısa süre sonra ambulansın siren sesini duyduktan sonra yavaşça sandalyelerden birine oturdu.

Bayan Park, genç çocuğun annesi hastaneyi birbirine katmakla meşguldü şuan. Güvenlikler ve doktorlar onu zor tutup sakinleştirmeye çalışırken ellerinden geleni yapmaya çalışıyordu, ama nafile. Bay Park, genç çocuğun babası ise mantıklı bir açıklama düşünüyordu. Bu tesadüf olamazdı. 2 yıl arayla aynı günlerde iki oğlunu da yabancılar yüzünden kaybediyordu.

Mantıklı bir açıklaması olmak zorundaydı. Sinirle güldü ve aniden ayağa fırladı, bağırmaya başladı. Bazı güvenlikler de adama yöneldi. Hastane kesinlikle birbirine girmişti.

Yoğun bakımda kurtarılmaya çalışılan genç çocuk, Park Seonghwa. "oğluma bunları yapan ya da yapanlar bulunamazsa tüm ülkeyi birbirine katarım" gibisinden şeyler söyleyerek bağırıp çağıran Park Seo-jun. Sinir krizi geçirerek ağlayan, güvenlik ve doktorları aşıp yoğun bakımın kapısına vuran Park Yeong-nim.

Doktorlar genç çocuğu kurtarmak için elinden geleni yapıyordu. Dışarıdaki karmaşayı onlar da tahmin edebiliyordu.

Park Seonghwa, bitkisel hayata girmişti. Anne babası sabah akşam yanından ayrılmıyordu. Tek oğullarını da kaybetmek istemiyorlardı. Kim isterdi ki biricik çocuğunu kaybetmek? Kimse.

Ama ellerinden bir şey gelmiyordu. Ellerinden gelen tek şey her saat tanrıya dua etmekti.

Seonghwa ise, o kesinlikle bilinmiyordu. Yüzündeki ve karnındaki yaralar.

Ama düşünebilse kesinlikle şunları düşünürdü.

Annesi ile babası burada mıydı acaba? Tabii ki de değillerdi. Onlar kendi oğulları ile 2 yıldır bir kelime dahi konuşmamıştı. Neden gelsinler ki? Sonuçta o günden sonra sevilmiyordu.

Düşünmesi bile komik geliyordu insana, kendi öz oğlunu sevmeyenler, başına bir şey gelse umursamayacak insanlar neden ölüm döşeğinde ki oğullarını görmeye gelsinler ki? Seonghwa hep böyle düşünürdü.

O, sevilmiyordu. Abisi hayatını kaybettikten sonra sevildiğine dair tüm düşüncesi gitmişti. O kara günden sonra sevildiğini düşünmesi bile saçmalıktı. Sonuçta her şeyin sorumlusu oydu.

Tabii kendisine ve ebeveynlerine göre. Ebeveynleri her şeyin başlamasına sebep olan şeyi Seonghwa olarak düşünmüşlerdi. Seonghwa da onlar yüzüne böyle düşünmüştü.

Her zaman keşke ölsem diye düşünürdü ama o gece asla istemedi. Ölmek için çok gençti. Daha 17 yaşında bir genç çocuktu. Hayatını tam anlamıyla yaşayamamıştı.

Kim hayatını tam anlamıyla yaşayamamışken ölüm döşeğinde kıvranmak isterdi ki? Bazıları isterdi, bazıları istemezdi. İşte burada insanlar iki kesime ayrılırdı.

Seonghwa ortadaydı. Bilmiyordu, ölmek isterdi ama böyle erken ölmek istemezdi. Belki 2 yıl sonra falan? Ama olmadı, daha 17 yaşında liseli genç bir çocukken ölüme terk edilmişti.

Hah, olanlara bakın. Abisinin ölüm gününde mezara giden genç bir çocuğu öylece ölüme terk etmişlerdi.

Her şey kulağa saçma geliyordu, seonghwa uyanabilecek miydi? Uyanabilirse bu olanları duyduğunda nasıl tepki verecekti? Ya da anne babası bu olayı ona nasıl anlatacaktı?

Anlatılmasını bırakın, düşünmesi, hatırlaması bile zor olan bir şey anlatılırken neler olurdu?

Hepsi daha çözülemeyen sorulardı. Çözülüp çözülmeyeceği belli değildi. Biri dışında, genç çocuk uyanabilir miydi?

Şahsen uyanmak isterdi, ona bunları yaşatanları bulup intikam almayı, ve hayatını yaşamayı her şeyden çok isterdi. Ve belki de aşık olmayı, hiç aşık olmamıştı. Seonghwa'nın ilk ve tek aşkı annesi olmuştu ve o da 2 yıl önce bitmişti.

unutulmaz, yaşananlar.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin