BÖLÜM 1: UYANIŞ

128 21 25
                                    

"Merhaba arkadaşlar, ilk romanımla sizlerleyim. Romanımın ilk bölümünü bugün yayınlıyorum ve bundan sonra   3-4 günde bir yeni bölümlerle karşınızdayım. Görüşlerinizi belirtmeyi lütfen unutmayın, sizleri seviyorum."

Buraya başlama tarihinizi alayım.

BÖLÜM 1: UYANIŞ

Gözlerini açtığında kendisini hangara benzer bir yerde buldu. Hava çok soğuktu. Üzerinde bir battaniye vardı; battaniyeyi kaldırdı ve etrafın biraz karanlık olduğunu fark etti. Yaklaşık 10-15 metre ilerisinde bir kapı olduğunu gördü. Zemin betondan yapılmıştı ve üzerinde çatlaklar vardı. Bu çatlakların arasında, nemden dolayı beyaz pamukçuklar oluşmuştu. Doğrulmaya çalıştı, sağ dizi yaralanmıştı. Başının arka kısmını eliyle kontrol ettiğinde, eline bir sertlik geldi; kabuk bağlamış bir yara olduğunu hissetti. Hayal meyal işe gitmeden önce sakalını tıraş ettiğini hatırladı; şu an tahminine göre sakalı üç günlüktü. Battaniyeyi üzerinden attı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Kapıya yaklaştıkça rüzgarın uğultusunu hissetti. Çok uzaklardan, gittikçe yaklaşan bir helikopter sesi duyuluyordu. Kapıdan dışarı adımını attığında büyük bir sarsıntıyla yere düştü. Kapıda bulunan bir enerji akımı onu geriye itmişti. Kulakları çınlamaya başladı. Hangarın içinde birisinin sesi yankılanmaya başladı, "Nihayet uyandın." Ses hoparlörden geliyordu; cinsiyet belirtisi taşımıyordu, tamamen nötr bir sesti. Hafızasını tazelemeye çalıştıkça başına ağrılar giriyordu. Sanki kendisini duyarmışçasına yeni bir ses kulağında yankılandı, "Boşuna uğraşma, bizim kontrolümüzdesin." Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu, ancak çabası boştu. Kendisini duyup duymadığını anlamak için bir soru sordu, "Siz kimsiniz ve neler oluyor burada?" Cevap gecikmedi, "Fazla soru sorma, zihnini de yorma. Biz ne zaman istersek, o zaman hatırlayacaksın ve o zaman buradan çıkacaksın." Dehşete düştü ve yeniden uykuya daldı.

Tekrar uyandığında, bilinmeyen bir yerde birileri tarafından beynine bir oyunlar oynandığını anlamaya başlamıştı. Zihnindeki bu kısıtlama ve gerçeklik arasındaki çatışma, onu daha da derin bir korku ve endişe içine sokuyordu. Her ne kadar başlangıçta ne olduğunu anlamaya çalışsa da, zihninde yaşadığı cezanın gerçekliğinden kaçamıyordu.

Gözleri yeniden açıldığında, etrafı değişmiş gibiydi. Bu kez dar bir odadaydı. Duvarlar metalik bir parlaklık sergiliyor, odanın içindeki sessizlik gerginliği artırıyordu. Yavaşça etrafına bakındı ve birdenbire odanın bir köşesinde, kırmızı ışıklar altında parlayan tuhaf bir cihaz gördü. Korkuyla geri çekildi, ancak bir şeylerin kontrol edilemez olduğunu anlamıştı.

Derin bir nefes aldı ve seslendi, "Burada ne yapıyorum? Neden beni buraya getirdiniz?"
Odayı dolduran sessizlikten sonra, cihazdan gelen sakin bir ses duyuldu, "Bu cezaevindeki deneyime hoş geldiniz. Suçunuzun cezasını zihninizde yaşayacaksınız. Ne zaman özür dilemeye hazır olursanız, serbest bırakılacaksınız."
Kontrolsüz bir öfke dalgasıyla dolmaya başlamıştı, kendi gerçekliğine karşı olan savaşında bir adım daha atmıştı. İçindeki bu karanlık deneyimle nasıl başa çıkacağını henüz bilemiyordu.
"Önce kırmızı ışığın altında parlayan cihazın görüntüsü kayboldu. Sonra sesleri duyamaz oldu. Beyni şu an eski bir teyp kasedi gibiydi. Birisi sanki kendisini ters yatırıp ağzının içinden kalem soksa, ileri, geri sarsa düzelecekti. Ve sonunda beklediği gibi oldu: Tüm ışıklar söndü ve yine uykuya dalmıştı."

"Bu aleti de başımıza bela ettiler," dedi İsmail. İsmail iri yapılı, hafif göbekli, kır saçlı bir polis memuruydu. "Her zaman aynı şeyi yapıyorsunuz, ben size demedim mi? Uyandırma yapmadan önce ön belleği temizleyin diye," dedi. Üzerinde mavi üniforması bulunan, üniformasının üzerinde çift yıldızı olan orta yaşlı, İsmail'e göre daha dinç gözüken, İsmail'den daha genç ama göz altı torbalarına bakılırsa aşağı yukarı İsmail'le aynı yaşlarda olan birisiydi.

"Ya Nihat Komiserim, bu aletten Arife anlıyor, ona da izin vermişsiniz. Ben yaşlandım artık, aklım almıyor böyle şeyleri."

"Tamam, tamam, sen de ver emekli dilekçeni daha da uğraştırma bizi, dinazor oldun artık, fosilini yapacaklar senin," dedi Nihat Komiser, tıs, tıs gülerek.

"Komiserim, siz bari yapmayın. Çocuk üniversitede, her gün para istiyor. Hanım ayrı zaten. Ben kime para yetiştireyim, nasıl emekli olayım?"

"Tamam şaka yaptık, uzatma sende hemen bozuluyorsun. Verdin mi adamın akşam kapsülünü? Sonra yakınları gelip burada 'işkence var, aç bırakıyorlar, insan haklarını çiğniyorlar' diye ağlıyorlar."

"Verdim komiserim, vermez olur muyum?"

"Getirsene şunun dosyasını, ne suç işlemiş bir inceleyelim." İsmail dosyayı almaya bir kat aşağıya indi. Burası bodrum katıydı. Parmak izini okutarak, kapının üzerinde, mavi zemin beyaz puntoyla yazılı "Arşiv" yazılı odaya girdi. Eski bilgisayarların ve suç delillerinin bulunduğu keskin bir rutubet kokusu olan odaydı. Dosyalar suç isimlerine göre alfabetik sırayla yerleştirilmişti. Trafik kazaları yazan klasörü buldu. Üç gün öncesine geldi, işte bulmuştu.

"Selahattin Çelik," dosyayı alarak koşar adımlarla Nihat komiserin yanına gitti. Dosyayı uzattı. "Buyrun komiserim, dosya bu, ben incelemedim, Selahattin Çelik'miş, arkadaşın ismi."

"Tamam İsmail, gel, benim odama gidelim, orada inceleriz." Birlikte dar bir koridordan yürüyerek, kapının üzerinde "Merkez Amiri" yazılı bir odaya girdiler. Odada siyah deri koltuklar bulunuyordu, masanın üzeri biraz dağınıktı; kül tablası, kalemlik ve bir de masaüstü bilgisayar bulunuyordu.

Nihat komiser dosyayı açtı. Dosyanın hemen en üstünde yaklaşık 6 yaşlarında, altın sarısı saçları kan olmuş, yeşil gözlü bir kız çocuğu bulunuyordu. Bir sonraki fotoğrafta fren izleri ve bu kız çocuğunun gazeteyle örtülmüş cansız bedeni vardı. Dosyanın üzerinde küçük bir harici bellek vardı. Nihat komiser, belleği bilgisayara taktı ve izlemeye başladılar.

Yol boyunca çam ağaçları vardı, yol sakindi, çok fazla araç geçmiyordu. Yoldan önce bir top yuvarlandı, ardından dosyanın en üzerinde bulunan kız çocuğu yola fırladı, ani bir fren sesi duyuldu ve ekrana giren beyaz renkli Tesla marka araç kıza çarptı, kızı altına aldı. Birkaç metre sonra yolda sadece kız çocuğu kaldı, araç arkasına bakmadan hızla devam etti. Kız çocuğu hareketsiz yerde yatıyordu ve video kaydı burada bitti.

"Vay namussuz vay," dedi İsmail, "buna kapsül bile vermemek lazım komiserim."

"Biraz önce cihaza laf söylüyordun, 'başımıza bela ettiler' diye. Merak etme, yaşattığı acıyı ölümden daha fazla hissedecek. Keşke bunu yaşayacağıma ölseydim diyecek. Adalet bunun için var İsmail, devletimiz kapsülünü ver diyorsa vereceksin, cezasını çeksin diyorsa cezasını çekecek. Bizler kanunun koruyucularıyız, duygusal olamayız. Senin de kızın var, olaya duygusal bakıyorsun ama bakma. Bizler profesyonel insanlarız, neyse çok yorulduk. Bizimki uyuyor değil mi?"

"Evet komiserim, ayı gibi yatıyor lavuk."

"Tamam şimdi evlerimize dağılalım, sen izleme cihazını yanına al, bir sorun olursa gelir, halleder geri gidersin, sorun olmazsa sabah görüşürüz. Hem yarın Arife'de Selahattin'in yeni hayat kurgusunu bitirmiş olur, yavaştan başlarız, yeni hayatını beynine işlemeye, haydi iyi geceler."

"Hayırlı geceler komiserim," dedi İsmail ve evlerine doğru yol aldılar.

Yazardan Not:

Diğer bölümde Selahattin'in yaşadığı hayatı ayrıca kurgulanmış hayatını göreceğiz ve tuttuğunu koparan Arife polisle tanışacağız, beni takip etmeyi unutmayın.

ZİHİN SANRISI: ADALETİN DİJİTAL İZİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin