Aşina olduğu yüzler adeta onun cehennemiydi. Bir insan yaşarken cehennemi tadar mıydı? O tatmıştı hatta o, en ağırını yaşamıştı. Peki ya cehennem, masum bir bedeni taşır mıydı? Ağır olmaz mıydı?
Eriyordu, zayıflıyordu! O küçücük, çelimsiz bedeni yavaş yavaş yok oluyordu. İnançsız insanlarla dolu çevresi azapların en büyüğünü yaşatıyordu. Bir insan cinsiyeti yüzünden dışlanır mıydı? Bir insan bedeni yüzünden yok sayılır mıydı? Bir insan neden kalbinde sevgi barındırmazdı ki? Sevgi bu kadar alçakça bir şey miydi ki kimse kalbinde barındırmıyordu? Bazen öyle bir ana denk geliyordu yaşamaktan üşeniyordu. Sıradan tutkular, iki yüzlülükler, sersem beyinler, açgözlülükle donamış cahil kafalar artık canını sıkıyordu ve işin acı tarafı da bu bunu küçük yaşta yüreğinin yanarak öğrenmesiydi.
Berrak ve temiz fikirleri hoyratça yargılanıyordu! Evet, hiçbir zaman isyan etmemişti! Hayatın adiliğine karşı her zaman dimdik durmuştu aslında bir yerde bu onun için belki de iyi bir şeydi çünkü dünyanın gözündeki o saydam perdeyi daha küçük yaşta açmayı öğrenmişti. Hayata karşı artık tozpembe bakmıyordu. Yalanların ardına sığınıp yanıltıcı düşüncelere kapılmıyordu, doğruyu görüyordu ve o yöne doğru gidiyordu ve giderken de masumluğundan, masumiyetinden asla ayrılmıyordu. Vicdanı her daim yüreğinin tam ortasındaydı.
Zaman akıp gidiyordu... Kum saati misali yıllar çabucak geçiyordu. Bugün tam on altı yaşına girdi. Yaşadığını sandığı hayatın ardında bıraktığı tam on altı yıl...
Hiçbir kalbin derinliklerine inme cesareti göstermemişti, hiçbir göz onu bu denli yaralamamıştı, hiçbir geçmiş onu bu kadar korkutmamıştı! Tek bir kelime onun can damarını kesip atmıştı.
Baba...
Kalbini yastığın altına koyup günlerce sayıkladığı dakikalarda gönlünde zikrettiği tek kelimeydi; baba... Öyle ağır, öyle yüce, öyle eşsiz bir kelimeydi ki dile getirdiği her an canından bir parça kopuyordu. Her gece yanağında hissettiği o sert tokat onun yıkılışıydı. Boynunda hissettiği her acı onun çığlığıydı. Canı öyle yanıyordu ki, tarif edemeyeceği kadar yoğun bir acıydı. Karanlık çöktüğünde yıldızlar onun yorganıydı, sokak lambası onun düşleriydi ve gece onun sığındığı tek eviydi. Hıçkırarak ağladığı gecelerin sabahı onun cehennemiydi. Cennet kavramını tanımlayamıyordu çünkü yaşarken cehennemi öyle iliklerine kadar hissetmişti ki cennete layık olduğunu asla düşünmüyordu.
Anlıyordu ve bazen anladığı için aslında kendisine kızıyordu çünkü bazı gerçekler anlaşılmamak istiyordu. Anladığın an büyüyorsun! Anladığın an ölüyorsun! Yok olmanın eşiğinde attığı her adım yüreğini şiddetle kamçılıyordu. Bakışlarındaki masumiyet üşümeye başlamıştı. Kalbindeki şiddetli azap gözlerinde derinleşerek gönlündeki hüznün karanlık ırmağına akıyordu. Çaresizdi, yorgundu, güçsüzdü. Hayatın adiliği, kaderinin karanlığı ve yüreğinin feryadı haykırıyordu bakışlarında...
Neden her çocuk eşit değildir ki? Neden bu kalplerin çilesi hayatımızı zehir etmek zorundaydı ki? Bir iklimin pervasızlığı gibiydi üç günlük dünya; korkusuz...
Yaşadığını sanıyordu hâlbuki o daha yaşamak için çabaladığının farkında bile değildi. Dört bir yanını saran buhran onun titreyen kara gözlerini korkutuyordu. Kısıktı sesi, hüzne çalan çehresi ise efkârlıydı. Yıllar öyle kazınmıştı ki kahrı yüzündeki her bir çizgiye, is gibi kalmıştı solgun duvarlarında...
Korkunç bir muhakeme vardı kapanmış kapıların ardında; sesler yüksekti, bedenler titrekti, zihinlerde öyle bir çatlaklar oluşmuştu ki kapanmayacak kadar derin yarıklardı ve o yarıklardan sızan her bir kelime yürekleri adeta dağlayıp parçalıyordu.
Korkuyordu...
"Baba"
Gerçekten baba demek bu kadar zor muydu? Nasıl özgürce konuşabiliyorlardı? Bazen saatlerce bunu düşünüyordu. Kalbinde tekrarlarken bile ödü kopuyordu. Yüreği bir serçe gibi çırpınırken haykıramamak çok zordu.
"Derler ki; limanına sığındığın en güzel deniz, babandır." Çok güzel bir söz! Hem içinde acı hem de içinde hüzün barındırıyor. Baba diyince yürekleri titreyen o kadar çok çocuk var ki bir gönle ait olmayan... Ba-baba, baba sığınamadığım bir liman, boğulduğum bir deniz. Sen beni öyle bir karanlığa koydun ki gündüzü de unuttum geceyi de!"
"O kapının ardında kulaklarını küçük elleriyle kapatan kız çocuğu artık büyüdü baba, kocaman oldu! Sesini duyduğu an korkudan tir tir titreyen küçücük kız çocuğu var ya baba, bedeni büyüse de yüreği halen daha ilk günkü gibi yaralı!
"Baba, bugün ben tam on sekiz yaşıma girdim!"
"Korkularımla, acılarımla, yaralarımla büyüdüm! Kanattığın yaralarımı annem bile iyileştiremedi! Sarmak yerine iyice acıttın! Örtmek yerine iyice açtın! Korumak yerine iyice kanattın! Büyüdüm ben, kocaman oldum! O zakkum ağacının zehrini önüme altın tepsiyle sunduğun an ben kahroldum. Yok ettin! Mahvettin!"
"Baba!
"Ne yüce bir kelime öyle değil mi? Baba... Baba! Her bir harfini korkarak dile getirdim! Biliyor musun kalbim söylerken bile korkuyordu. Yok oldum ve en önemlisi de sen bunu görmedin! Olsun ben buna da razıyım..."