Ormanın içine kadar yürümüştüm...
Ağaçlardan dökülen kuru yapraklara bastığımdaki oluşan ses hoşuma giderdi bu yüzden ara ara onlara basardım.
Evime çok az kalmıştı. O garip ses dışında hiçbir gariplik olmamıştı. Ta ki...şimdiye dek.
Sonunda evime varmıştım ama tahta kapımda kocaman bir delik vardı! Bunu ne tür bir şey yapabilirdi? Ormanın içinde yaşıyorum ve ormanın da bir çok vahşi hayvanın yuvası olduğunun farkındayım. Ama...bu...olağanüstü bir büyüklükteydi. Bunu yapmak için gerçekten büyük bir güç gerekliydi ve 150 yıl boyunca başıma böyle bir talihsizlik gelmemişti!
Kapıyı açarak yavaşça kafamı içeri doğru uzattım ve içeriyi biraz süzdüm. İçeride her şey normal gibiydi.
İçeriye tamamen girdim ve kapıyı yavaşça ses çıkartmamaya çalışarak kapattım. Ama kapıyı kapatmam pek bir ise yaramamıştı. Çünkü kapımda hala devasa bir delik vardı! Bu delikle ne yapacağımı bilmiyordum! Etrafı iyice kontrol ettikten sonra kapıya bir kaç tahta çakmaya karar verdim.
150 yıl önce kendimi buraya kapatmadan önce marangozluk yapardım. Bu yüzden bu işlerde iyi sayılabilirdim.
Evimdeki bütün odaları kontrol ettim ve hiçbir şey bulamadım. Bu beni rahatlatmıştı ama şimdi onarmam gereken bir kapım vardı!
Yatağımın yanındaki alet çantamı ve lazım olabilir diye kenara koyduğum bir kaç tahta parçasını aldım. Kapıya tahta parçalarını çakarak deliği yok ettim. Şimdi uyuyabilirdim. Kıyafetlerimi çıkartarak tekrar yatağıma girdim. Yatağım inanılmaz soğuktu bu yüzden çok üşümüştüm ama buna aldırmadan uykuya daldım.
Ve işte yine sabah olmuştu...
Dün gece çok tuhaf bir gece geçirdiğimden kendimi çok tuhaf hissediyordum. Bir türlü dün geceyi aklımdan atamıyordum...O sokakta duyduğum o ses...evimin kapısındaki kocaman delik...Bütün bu olanlara omuz silkerek yatağımdan kalktım ve son 2 sabahki yaptığım şeylerin aynısı yaptım ve evimden çıktım.
Hazır elimde bir miktar para varken ihtiyacım olan şeyleri almalıydım.
Ne diyorlardı ona? Telfon? Telefok? Hah..Telefon! Doğru ya ! Ondan almalıydım. Nereden alacaktım ama? Neyse belki Scarlett bana yardımcı olabilirdi.
Restoranta geldim ve vakit kaybetmeden personel odasına girerek üstümü değiştirdim. Tabii ki bu sırada karşıma çıkan personellere de "Günaydın" demeyi ihmal etmedim. Odadan çıktığımda Scarlett dışarıda bekliyordu:
-Günaydın Scarlett!
-Günaydın! Bu gece bir işim yok...yani mesaiden sonda istediğin gibi bir yere gidebiliriz.
-Ah pekala. O zaman aksamı sabırsızlıkla bekleyeceğim!
Ufak bir tebessümle oradan ayrıldı. Akşam bir yerlere gidip konuşma fırsatımız olacağı için mutluydum ama dün geceki olaylar hala aklımı kurcalayıp duruyorlardi. Bu yüzden başka hiçbir şeye tam olarak kafamı veremiyordum.
İnsanlar gelip, siparişlerini verip bizler de görevimizi yerine getirip daha sonra gidiyorlardı ve akşam oluyordu... benim mesaimin bitmesine 1 saat vardı ve Scarlett in ki de bitmişti. Beni bekliyordu. Hem onu bekletmemek için hem de kafam dağılsın diye bay Micheal in yanına gittim:
-Efendim, sizden çok özür dilerim ama kendimi pek iyi hissetmiyorum bugünlük sizden izin alabilir miyim?
-Sorun değil Sigurd. Zaten pek müşteri yok bugün çıkabilirsin.
-Teşekkürler efendim. İyi aksamlar.
Dedim ve üstümü değiştirmek üzere tekrar personel odasına girdim. Soyunma odasında üstümü çıkartırken dışarıdan sert bir rüzgar sesi işittim. Çok kısa bir süre içinde de yukarıdaki küçük pencere kırıldı ve camlar üstüme doğru geldi. Bu da neydi böyle?! Her yer cam parçası olmuştu! Hemen oradan çıktım ve etrafta biri var mı diye bakındım. Çok şükür kimse yoktu. Bunu kimseye söylememeye karar verdim çünkü. Başıma dert olabilirdi.
Odadan çıktım ve Scarlett in yanına gittim:
-Çıkabiliriz güzel bayan!
-Mesainin bitmesine daha var sanıyordum.
-Ah evet ama bay Micheal dan izin istedim.
-Çok iyi olmuş!
-Evet! Senden bir şey rica edebilir miyim Scarlett?
-Tabii ki.
-Telefon almalıyım ama nereden ve nasıl almalıyım bilmiyorum. Bana yardımcı olabilir misin?
-Elbette yardımcı olabilirim. Aslında biliyor musun hala teknolojiden böylesine uzak insanların olduğunu bilmek hoşuma gitti.
-Bu iyi bir şey mi?
-Yani...Sanırım. Çünkü teknoloji toplum ilişkilerinin ve kültürel değerlerin katili diyebiliriz. Ama tabii ki iyi ve yararlı yönleri de var. Mesela ulaşım ve daha kısa yoldan bilgi sahibi olmak gibi.
-Böyle söyleyince biraz rahatladım. Çünkü bu konu karşısında kendimi çok cahil biri gibi hissetmiştim. Çok okuyan bir insanım bu yüzden de cehaletin mümkün olduğunca benden uzak olmasını dilerim.
-Bunda gülünç bir durum yok. Ama Şuan buna ihtiyacın var bu yüzden hadi sana bir telefon alalım!
Mağazaya benzeyen bir yere girmiştik. Bir sürü değişik teknolojik aletler vardı. Hiçbirinin de adını bilmemek beni çok üzmüştü...
-İşte geldik. Telefonlar bunlar istediğin telefonu seç ve alalım.
-Çok fazla pahalı olmayan bir şey olsa yeter bana.
-Tamam o zaman suradaki 150 € olan nasıl?
-Şey... O ucuz olan mi?
-Telefonlar genelde pahalı oluyorlar.
Dedi gülerek. Biraz aşağılanmış hissetmiştim.
-Peki bunu alalım.
Kasaya gittik ve parasını verdim ve vakit kaybetmeden buradan çıktık.
-Şimdi düzgün ve rahatça sohbet edebileceğimiz bir yere gidelim mi? Ne dersin?
-Evet. Daha iyi olur.
-Önerebileceğin bir yer var mı? Biliyorsun yabancıyım ben buraya.
Ben hallederim der gibi bir bakış attı ve hafif gülümsedi.
En sonunda bir mekana gelmiştik. İçeri girdik ve oturduk:
-Bir şey içmek ister misin?
-Yok ben böyle iyiyim.
Onu onaylayarak garsonu yanıma çağırdım ve kendim için bir bira istedim:
-Ne için benimle konuşmak istiyordun?
-Sadece daha yakından tanımak için.
-İşte sana fırsat. Ne merak ediyorsan sor.
-Kaç yaşındasın?
-26. Peki sen Sigurd?
-35.
-Norveçli olduğunu söylemiştin ama aksanın sanki...Fransız aksanını andırıyor.
-Ah evet. Annem ve babam Norvecliydi. Ve bende Norveçte doğdum, büyüdüm. Fakat bir çok yer gezdim ve oralarda da kaldım. En fazla Fransa'da kaldım. Bu yüzden ana dilim gibi konuşabiliyorum.
-Bu çok güzel! Ben sadece Ingilizce biliyorum ve bundan fazlasıyla utanıyorum. Bildiğin başka diller var mı?
-Hayır. Sadece Ingilizce, Fransızca ve Norveççe. Ama bu iki dilim biraz körelmiş olabilir çünkü uzun zamandır Fransızca ve Norveççe konuşmuyorum.
-Peki bana Fransızca bir kaç bir şey söyleyebilir misin?
-Tes yeux sont très belle.
-Anlamını söylemeyecek misin?
-"Gözlerin çok güzel"
-Sanırım teşekkür ederim "Merci" ydi?
-Oui. De rien mademoiselle.
-Artık lütfen İngilizceye dönebilir miyiz?
-Tabii ki. Son dediğim de "Evet, rica ederim" demekti.
-Hakkımda bilmek istediğin başka bir şey var mı ?
-Sanırım şuanlik aklıma başka bir şey gelmiyor.
-O zaman kalkabilir miyiz artık çünkü geç oluyor ve gitmem lazım.
-Tabii, gidelim.
Aslında gitmeyi hiç istemiyordum saatlerce onunla konuşabilirdim ama bir itirazda bulunamazdım.
Evi yakın olduğu için onu evine kadar geçirdim ve kendi evime gitmek için yola koyuldum.
Dün gece olan onca şeyden sonra bu konuşmalar beni rahatlatmıştı ve kafamı dağıtmaya yetmişti. Birde bu ormanın havası yok mu...Buna bayılıyorum. İnsanlar niçin bunca ağacı kesmişlerdi ki? 150 yıl önce dünya çok daha iyi bir görünüme sahipti.
Düşünceler içinde kendi beynimle savaş verirken kulaklarımı sağır edecek kadar korkunç bir şiddetteki patlamaya tanık olmuştum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cehennem Mahkumları
FantasiaÖlümsüzlük özel bir güç müdür? Yoksa hayatımızı cehenneme çeviren bir illet mi?