5

9.4K 925 244
                                    

Şişme montumun içine biraz daha sinerken yüzümü eğerek atkıma daha da gömüldüm. İçim, yüzüme vuran ayaz ile bir kez ve bir kez daha titredi. Gözlerim soğuktan adeta donmuş, kırpmak bile acı verici bir eyleme dönüşmüştü. Ama gözlerimden daha çok acıyan bir çok yer vardı vücudumda...

Derin, genzimi yakan bir nefes daha aldım. Bu kaçıncı iç çekişimdi ya da saat kaçtı artık gerçekten bilmiyordum. Tek bildiğim bu gece eve döndüğümde büyük bir hastalığın beni beklediğiydi.

Meydana dikilmiş olan ve ışıl ışıl parlayan ağaca bakarken yalnızca bir an için ağlamayı kesebilmeyi diledim. Fakat dün gece düşündüklerime karşılık ağacın dikilişini yalnız başıma seyretmek yeri doldurulamaz bir boşluk yaratmıştı vücudumda. İnanılmaz canım sıkkındı. Başım ağrıyordu. Felfena yalnız hissediyordum. Elimden ise hiçbir şey gelmiyordu.

Ağacın yanında kalan meydan saati, saat başı olduğunu belirtircesine çaldı. Dört saat olmuştu.

Bu buz gibi bankta, birini beklemeye başlayalı dört saat olmuştu.

Bana gelmeyeceğini söylediğinde sanırım ona inanmalıydım. Ancak içten içe ummuştum işte... Tanımaya başlayalı bir hafta bile olmayan bu yabancının beni yalnız bırakmayacağını ummuştum.

Burnumu bir kez daha çekerken başımı daha fazla dik tutamayıp öne eğildim. Buz tutmuş yerler beni karşıladı. Sanırım artık eve dönmem gerekiyordu.

Saatlerdir hareketsiz bir şekilde aynı bankta oturduğum için tüm kemiklerim adeta ağrımaya başlamıştı. Güç bela ayağa kalktım.

"Fulya..." Ayağa kalkmam ile yan tarafımdan gelen şaşkın sesi duymam bir oldu. Başımı o tarafa çevirmekte bu sefer acele etmedim. Yine ve yine, kendime kızmama sebep olacak şekilde kalbim hızlanmıştı...

Ancak saatlerdir onu beklediğim düşünülürse onunda biraz beni beklemesinde bence hiçbir mahsur yoktu.

Sonunda üstümü başımı düzeltince ağır ağır sağ tarafıma döndüm.

Doruk her zaman üzerinde gördüğüm şeylerden biraz farklı giyinmişti. Kalın, kaşe bir kaban ve oldukça ağır duran bir atkı takmıştı. Siyah beresi ve iki yanına düşen ellerinde gördüğüm eldivenler ise dışarının soğuğu ile ancak başa çıktığını gösteriyordu.

"Merhaba..." Çatlamış sesimle ancak mırıldanmayı başarabilmiştim.

Aramızdaki mesafeyi acele ile azaltarak koşarcasına adımlarla tam önüme geldi. Aralanmış dudakları bir şeyler söyleyecek gibi dursa bile tek kelime etmemişti. Daha doğrusu edememişti.

"Eh," ellerimi ceplerime sokarken yüzüne bakamadım. "Ben kaçsam iyi olacak." Zoraki bir gülümseme dudaklarımdan geçti. Tam bir adım atmıştım ki eli aniden bileğime dolandı. Tutuşu nazik, kızmamdan korkar gibiydi.

Sıcak parmaklarını hissetmek olduğum yere çakılı kalmama sebep oldu.

"Kaç saattir buradasın?" Dedi acı içinde. Bu sözler üzerine sanki ilk kez düşünüyormuşum gibi omuz silkip, meydandaki saate tekrar döndüm. Ona karşı ilk günler hissettiğim neşeyi bir türlü hissedemiyordum.

"Çok olmadı." Bir an önce ondan uzaklaşmak istediğim için kaçamak cevaplar verdim.

"Sana gelmeyeceğimi söylemiştim. Ben sandım ki..." Daha fazla dayanamayarak konuya bodoslama daldı. Fakat elimi kendime çekerek tutuşundan kurtulmam gittikçe sessizleşmesine sebep oldu.

"Anlıyorum." Dedim başımı sallayarak. "Ve başka bir şey yoksa, sıcacık evime pineklemek üzere gitmek istiyorum." Dün bana sarf ettiği kelimeleri yineledim. Aslında en başta iğnelemek gibi bir amacım yoktu. Ama sözcükler biraz öyle dökülmüştü dudaklarımdan. Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalışması onunda öyle anladığını gösteriyordu.

"O halde..." Topuklarımın üzerinde öne ve arkaya bir kaç kez yaylandım. "Daha sonra görüşürüz." Ona sırtımı dönüp duraklara ilerlerken nefesim boğazımdan yükselemedi. Öylesine tıkandım, öylesine nefessiz kaldım ki bir an gözlerimin önünde şimşekler bile çakmıştı. Ama ona bir şey belli etmeden uzaklaşmayı başardım.

Doruk ise ikinci kez peşimden gelmek için çabalamadı. Tanıyalı daha beş gün olan, ona yılbaşı hediyesi alan, her gün kestane satın alan ve onunla yakınlaşmak için uygun anı bulabileceğini umarak onunla buluşmak isteyen kızı ikinci kez durdurmaya çalışmadı. Çünkü bu kız ne olursa olsun onun için hala bir yabancıydı.

Kapıldığım aptal hayallerin kırıkları üzerinde yürüyerek durağıma ulaştım. Çok geçmeden gelen otobüse bindiğimde ise bir an için kendimi şanslı saydım. Başımı pencereye yaslarken ileride, onu bıraktığım noktada benim kalktığım banka oturan Doruk'u gördüm.

Eh, hissettiklerimi hissedebilmesi için önünde uzun bir dört saat vardı.

Benim için bugün biteli çok oluyordu.

Kestaneci (Kısa Hikaye)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin