15

6.1K 699 405
                                    

Şarkıyı açmayı unutmayın
***

Doruk'tan.

Meydandaki, ağacın hemen yanındaki saate bir kez daha baktım. Ama inanmak istemediğim için bir de telefonumdan tasdik etme gereği duymuştum.

23.49

Geleceğim dememişti. Bu yüzden ona kızmaya başladığım anlarda ister istemez buna hakkım olup olmadığını düşünüyordum. Aslında ona kızmayı bir türlü beceremiyordum. Bu sadece bir bahaneydi.

Gözümün önüne gelen o tatlı suratı ile hissettiğim tüm öfke bir duman misali havada kayboluyordu.

Tek hissettiğim gerçek duygu, derin bir hüzündü.

Elimi kaldırıp daha dün öptüğü yanağıma parmaklarımı değdirdim. Sırf beni öptü diye geleceğini düşünmüştüm. Ama bu zaten yeterli bir açıklama değil miydi, gelmesi için?

Boğazımda ki yanma bir türlü geçmezken ağacın hemen altında şarkılarını söyleyen koro, gece yarısına az kaldığı için melodilerini değiştirdiler. Önlerinde metal bir kap vardı. Bir kaç metalik kazanmışlardı. Ama onları benden uzun süre dinleyen kimse olmamıştı.

Saate baktım.

23.51

Belki bir açıklama yapmıştır diye ya da en kötüsü bir yılbaşı mesajı atmıştır umuduyla tekrardan telefonumun kilidini açtım. Hiçbir şey yoktu.

Benim ona karşı yaptığım bir kaç gurursuz arama dışında tabi...

En azından bir haber verir diye ummuştum ama yapmamıştı. Buraya geleceğimi kesin olarak bilmesine rağmen hiçbir şey söylemeden gelmemeyi tercih etmişti.

Aklımın bir köşesinde dönüp duran tilki, benden intikam alıp almadığını merak ediyordu.

Buraya geleceğimi biliyordu. Hiçbir şey söylemeden, gelmemeyi tercih etmişti.

Beş buçuk saat olmuştu. Bu onun beklediğinden bile uzun bir süreydi. Ama ben en sonunda onun yanına gitmiştim.

O zaman o neredeydi?

23.54

Ondan nefret etmek istiyordum. Fakat tek yapabildiğim yalnızca bir buçuk aydır tanıdığım bu kıza delicesine aşık olmaktı. Beni saatlerce bekletmesi bile bir sorun değildi.

Şimdi şu otobüslerden birinden inse koşa koşa gider sarılırdım ona. Ama yoktu. Her açılan kapıya umutla baksam bile o inmiyordu içinden.

Soğuk genzimi yaktı. Gözlerim yaşlarla doldu taştı. Nefes bile alamadım.

Çok ağrıma gidiyordu. İlk defa bir yılbaşında yalnız olmak bu kadar ağrıma gidiyordu...

Öne eğilip saçlarımı ellerimle hızlı hızlı kaşıdım. Ne olabilirdi ki? İntikam almak istese, bir ay sonra mı yapardı bunu? Bu kadar mı nefret ediyordu benden?

Başına bir iş gelmiş olma ihtimalini de düşünmüştüm tabi.

Ama küçük bir kasabada yaşadığımız için şehrin hem tek hastanesi hem de tek karakolu neredeyse görüş açımda olduğundan çıkan gürültüden mutlaka bir şeyler anlardım.

Hem onu o kadar çok aramıştım ki birilerinin mutlaka telefonu görmüş olması gerekirdi.

Gelmemişti işte. Bu kadar basitti.

23.57

Meydandaki az sayıda insan geri sayım yapmak için ağacın etrafına toplanmaya başladı. Ben ise geride kaldım. Kulağıma dolan ucuz Noel şarkıları eşliğinde, elimde bir paket soğumuş kestane ile geride kalmayı tercih ettim.

Birbiri ardına düşen ve artık engel olmak için çabalamadığım gözyaşlarımla, o ihtişamlı ağacı seyrettim. Yanıp yanıp sönen ışıklarını, en yüksek noktasındaki yıldızı... Ve Fulya'nın bu ağacı ne kadar çok sevdiğini düşündüm bir kez daha...

İster istemez merak ettim. O buraya gelmemişken bu günden sonra karşılaştığımızda nasıl olacağımızı merak ettim.

23.58

Ayağa kalkıp meydana arkamı döndüm. Hiçbirini görmek istemiyordum. Hayatımda daha kötü bir yılbaşı geçirip geçirmediğimi bile bilmiyordum.

Karavanın kilitli kapısını açıp içeri girdim. Camın kepenklerini açmadım. İçeri zifiri karanlıkken, hep onun oturduğu tabureye yığıldım kaldım.

Ama karanlık çok uzun bir süre öyle kalmadı.

Daha oturalı belki de on saniye olmayan tabureden sıçrayarak kalktım. Duymam diye sesini tamamen açtığım telefonum çalıyordu.

O arıyordu...

Nefesim kesildi. Kapatmasından korkarak hızlıca aramayı yanıtladım.

"Fulya!" İstemeden sesimi yükselttim. "Neredesin? Yemin ederim hiç kızmadım. Gelmesen bile, aradın ya..." İstemsizce güler gibi bir ses çıkardım. "Neden gelmedin, gelemedin hiç bilmiyorum. Ama umurumda da değil! Seninle konuşarak da yılbaşına girmek yeter bana."

23.59

Karşı taraftan ses gelmeyince hatın koptuğunu düşünerek ekrana baktım.

"Fulya..." Sorun olmadığını görünce telefonu tekrardan kulağıma götürdüm. "İstemediğini ve istemediğini söylediğini biliyorum." Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım bir anda. Kendime engel olamıyordum. "Ama yemin ederim..." Nefesim kesilince duraksamak zorunda kaldım. "Yemin ederim... Belki sana kolpa gibi geliyordur tüm bunlar ama sana yemin ederim ben seni çok seviyormuşum. Kaç saattir bekletiyorsun bak beni... Bir insan hiç mi kızmaz? Ben sana hiç kızmıyorum."

Dışarıda geri sayım sesleri duyulmaya başladı.

10
9

"Ellerimde senin aldığın eldivenler ayaklarımda senin ördüğün çoraplar var ya... Ben sana istesemde kızamıyorum."

8
7

"Daha dün senin getirdiğin keki yedim, şimdi ise senin o sevdiğin kestaneleri saatığım karavandayım. Ben sana nasıl kızabilirim ki, Fulya?"

6

"Afedersiniz." Telefonun diğer ucundan sonunda bir ses geldi. Ama Fulya'ya ait değildi. Kalbim sertçe attı.

5

"Kimsiniz?" Ekranı bir kez daha doğru kişiyle mi konuşuyorum diye kontrol ettim.

4

"Fulya'nın ablasıyım ben." Sesi titredi.

Siktir. Sesi titredi.

Hayır hayır hayır hayır hayır hayır hayır...

Dizlerim tutmadı yere yığıldım. Saçlarımı boştaki elimle çekiştirdim.

3
2

"Neden onunla konuşmuyorum?" Tek yapabildiğim sormaktı. Hiç sormamak, hiç öğrenmemek istedim. Ama yapmak zorundaydım. Sordum.

1

"Başın sağ olsun, Doruk."

Bir anda her yer patlayan havai fişeklerin sesi ile yankılandı. Ama ben yalnızca bir şeyi duyabiliyordum.

Fulya'nın, hep söyleyenlerin önlerinden geçerken dinlememiz için ısrarcı olduğu o yılbaşı şarkısıydı duyduğum. Uzaklardan geliyordu.

Epey uzaklardan.

Kestaneci (Kısa Hikaye)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin