11

6.4K 697 201
                                    

Derin bir nefes daha aldım. Gözümün önünde uçuşan kar taneleri, sırtıma sırtıma vuruyormuş gibi hissettiğim tipi ve hemen karşımda kestane satan çocuk...

Derin mi derin bir nefes daha aldım.

Her şeyin böylesine bitmesini istemediğim için daha fazla dayanamayıp koşarcasına adımlarla yanına ilerledim.

Önünde diğer günlere nazaran müşterisi olmadığı için duyduğu adım sesleri ile hafifçe başını kaldırdı. Kara gözler beni gördüğü anda ızdıraplı bir hale büründü. Yine de durmadım.

"Merhaba." Dediğimde eğdiği başını yine kaldırmak zorunda kaldı.

"Hoşgeldin." Normal davranmaya çalıştı ama bu en azından şuan için çok zordu.

"Hoşbuldum." Ardından ne söyleyeceğimi bilemedim. O da sessizce işine devam etmiş kestaneleri yavaşça paketlemeye başlamıştı. "Bugün kestane almak için gelmedim." Kendimi araya girmek ve bu rahatsız edici sessizliği bölmek zorunda hissettim.

Hareket eden maşa duruldu. Hala yüzüme bakmıyordu. Çenesi sıkılmış bu can sıkıcı sohbetin bitmesini bekliyordu.

"Biraz konuşmamız gerekmiyor mu sence de?" Fazla ileri gidip gitmediğimi bilmeyerek mırıldandım. Onu reddettikten sonra karşısına geçip böyle şeyler söylemek haksızlık gibi geliyordu. Ama daha önce dedim ya... Böyle bitmesini istemiyordum...

"Konuşalım."

"O tarafa gelebilir miyim, o halde?" Davet etmediği için bir hayli bozulsamda elimden geldiğince belli etmemeye çalıştım.

Gözleri sonunda bana ilişti. Üzerimdeki monta ve atkıma nasıl sıkı sıkı sarıldığımı gördü. Başını usulca salladı.

Gülümseyerek karavanın etrafında dolaştım. Benim için açtığı kapıdan içeri girdim. Aslında çok özlemediğim ancak böylece Doruk ile daha yakın olduğum sıcaklık beni karşıladı. Neredeyse vakit kaybetmeden atkımı çözdüm ve önümü açtım.

"Eldivenlerin nerede?" Önemsiz bir şeyden bahseder gibi, dakikalardır canımı sıkan şeyi, umursamazca dillendirdim.

"Sana geri verecek-"

"Doruk." Acele ile araya girdim. "O gün apar topar yanımdan ayrıldığın için adam akıllı konuşamadık. Telefonlarıma da dönüyorsun zaten..."

"Takdir edersin ki kafamı toparlamam lazımdı."

"Yine de eldivenleri çıkarmak biraz fazla değil mi?"

"Fazla mı?" Burnundan gülerken maşayı sıkmış, bir kestanenin dışarı fırlamasına sebep olmuştu. "Bence gayet yerinde bir karar. Çünkü eldivenleri veren kişinin sen olduğunu bilmek bile yanlış hayallere kapılmama sebep oluyor. İkimiz içinde en iyisi bence eldivenleri geri alm-"

"Onlar senin için." Daha fazla konuşmaması için araya girdim. "Seni düşündüğüm için özel olarak aldım. Bir eldivenin sana benimle ilgili hayaller kurdurduğunu düşünmek oldukça onure edici aslında. Ama seninle tanıştım tanışalı amacım hiçbir zaman bu olmadı."

"Ama benden hoşlandığını söyledin! Beni tanımak istediğini, beni beğendiğini..." Çocuk gibi mızırdanmış, kaşlarını çatarak bana dönmüştü. Hiçbir şey anlayamıyor gibi gözüküyordu.

"Bunu sana sanırım hiç söylememeliydim." Pişmanlıkla derin bir iç çektim. "Ama söz ağızdan çıktı. Seni gerçekten beğeniyorum. Ve itiraf etmeliyim benden hoşlandığını söylediğinde hissettiğim şeylerin tarifi yoktu."

"Ama?" Dedi söylemekte zorlandığım kısıma parmak basarak.

"Ama amacım hiçbir zaman o şekilde bir ilişki değildi. Ben seninle ileride bozulmayacağını umduğum bir arkadaşlık istiyorum. Sevgili işleri nasıldır sende az çok bilirsin." Ellerimi havada salladım. "Çok güzel bir kaç ay hatta belki de yıl... Ama ikisinden biri gittiğinde diğerinin aklında hiç güzel bir hatıra kalmaz."

"Neden birimiz gitmek zorunda olsun ki?" Sesi bu sefer diğer konuşmalarına nazaran öfkeli çıkmıştı. "Bu şekilde düşünerek hareket edersen gerçekten mutlu olabilecek misin ki?"

"Üzgünüm Doruk." İkimizinde düşüncelerimizin değişmeyeceğini anlayınca kendimi açıklamayı ve onu daha fazla üzmeye devam etmeyi istemedim. "Gerçekten çok iyi ve hoş birisin. Ama ben seninle yalnızca iyi arkadaşlar olmak istiyorum. Ve sen de kabul edersen üç gün önce yaşanılanlardan önceki hayatımıza dönmek istiyorum."

"Bu iyi bir bahane değil..." Eskiden beni oturttuğu tabureye gerileyip kendi oturdu. Dişünceli bir hale bürünmüştü.

Gülerek öne uzandım ve elindeki maşayı alıp kestaneleri onun gibi çevirmeye başladım.

"Bundan sonra normal olabilir miyiz ki?"

"Elbette." Kendimden hiç şüphe duymadığım için onu tereddütsüz cevapladım. "Yine bir şeyler içer sohbet ederiz. Hem hala yılbaşı gelmedi..." Başımı ona çevirip göz kırptım. "Yani bana hala salep borcun var." Herhangi bir tepki vermedi.

Müşteri gelene kadar da hareket etmedi. Sonunda mecburen ayağa kalkmış, maşayı tekrardan eline almıştı.

"Öyle olsun o halde..." İstemeye istemeye mırıldandı.

"Güzel..." Onun aksine keyfim çoktan yerine gelmişti. "Şimdi git ve eldivenlerini giyin." Müşterisine siparişini verince kolundan ufak ufak iteledim. "Sıcağı sevmesem bile el üşümesi en nefret ettiğim şeylerden biridir benim."

Gözlerini devirirken küçük bir gülümsemeyi bana çok görmedi.

Bu sohbetimizin başından beri ilk kez içimi rahatlatmıştı.

O eldivenlerini giyinmek için karavanın ucuna ilerlerken göğsümde büyüyen ağrıyı hissettim.

Bir şekilde... Bir şekilde bunu da atlatmıştım sanırım.

Kestaneci (Kısa Hikaye)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin