"Herkes herkessiz yaşar."
-Tezer Özlü
Hafifçe esen rüzgar, denizin tuzlu kokusunu daha hissedilir hale getiriyordu. Sıcak bir sonbahar gecesiydi. Çocukluğumu anımsatan, güzel bir sonbahar gecesi. Abim nefret ederdi. Yazın bitiyor oluşu onu kahrederdi. Tüm yıl denize girmeliydi, yazlıktaki arkadaşlarıyla beni yanına almadan buluşmalıydı. Ben ise bayılırdım, sonbaharın gelmesi sanki yeni bir kitaba başlamak gibiydi benim için. Yaz biterdi, bedenimin hassaslığından dolayı yaşadığım alerjiler biterdi, abimsiz geçen günlerim biterdi, tek başıma sahilde çamurdan pastalar yapmam biterdi. Sonrasında sonbahar başladığında eve dönerdik. Ailecek yemekler başlardı, havuçlu kek pişerdi, ılık süt içilirdi, ağaçlar rengarenk olurdu. Sanki tam bir aile olurduk. Sonbaharlar iyi gelirdi, hikayeler yazardı bize.
Fakat o sonbaharlar bitmişti. Küçükken hiç sevmediğim o yazın içerisinde sıkışıp kalmıştım. Kendimde sıkışıp kalmıştım, en çok da kendimden kurtulamamıştım.
Biten iki projemin üzerine uzun zamandır yaptığım gibi yine kendimle kutlama yapmaya gelmiştim. Ne kadar alıştığım bir etkinlik olsa da bana verdiği keyif ufacık bile olsa azalmamıştı. Yalnız yaptığım kutlamalara alışmıştım. Engel olamadığım bu yalnızlığı sevmeyi öğrenmiştim. Öncesinde bu bir tercihken, şu an sadece bir zorunluluktu. Çünkü birlikte kutlayacak kimsem kalmamıştı. Önceden ayda bir kere gelip beni gören abim, ziyaretleri birden kesmişti. Sık sık gelen mesajları kendini resmi maillere bırakmıştı. E, bende onun benden uzaklaşmasına seyirci kalmıştım. Benden gitmesine engel olmamıştım. Beni korumak için benden uzakta olması gerekiyordu ve bende buna inanmayı seçmiştim. Benden gitmesine seyirci kalmıştım.
Ailemizin senin için acılarla inşa ettiği bu dünyanın benim yüzünden yıkılmasına dayanamam. Onların anısına orada mutlu bir hayat sürmelisin. Yaşamalısın.
Bana en son yüz yüzeyken sarf ettiği cümleleri hatırlamak yüzümde buruk bir gülümseme oluşmasına sebep oldu. O gün bende bu düşünceli cümlesine karşın ne kadar direnmeye çalışsam da hem onu hem de kendimi tehlikeli bir durumun içine attığımı söylediğinde durmak zorunda kalmıştım. Çünkü sadece abim vardı ve onu da kaybedemezdim. Benden uzakta bir hayat kurmuş olsa da en azından hayattaydı, değil mi? Bununla yetinebilirdim, yetinmeyi öğrenmiştim. Ama yine de bazı geceler merak ediyordum. Deli gibi merak ediyordum, onun da benim kadar üzülüp üzülmediğini merak ediyordum. En azından varlığımı hala farkındaydı, beni hatırlayan birine sahiptim. Gerçekten kim olduğumu bilen birine sahiptim. Tek aileme sahiptim. Gerçi sahip miydim? O ailede ellerimden kayıp gitmemiş miydi?
Ben bir mıknatıstım. Fakat etrafımdaki metalleri çekmek yerine itiyordum, uzaklaştırıyordum. Belki de katlanılması zor biriydim, sesim güzel değildi, görüntüm ortalama sayılırdı ve içimdeki çocuk, sadece yalnızdı.
Tek başıma oturduğum masada siparişimin gelmesini bekliyordum. Beklerken önümdeki kadehi kaldırarak beyaz şarabımdan bir yudum aldım. Arkadan gelen müziğin sesi ya çok kısıktı ya da iskelenin yanındaki kayaları döven dalgaların sesi fazla gürdü. Karanlık deniz, parlak dolunayın ışığıyla ışıldıyordu. Bu akşam dalgalı bir akşamdı. En az zihnim kadar dalgalıydı. Siparişim geldiğinde getiren genci yüzümde bir tebessümle karşıladım.
"Aylin abla, tam sevdiğin gibi çıtır çıtır getirdim." Eski Ayliz, yeni Aylin olmuştu.
"Harika görünüyor Yusuf. Ellerinize sağlık."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZ ALEVİN GÖLGESİ
ActionYer altı, yerin üzerinde söz sahibi olursa ne mi olur? Yönetimi ele geçirilen bir ülke, Kurulan yeni düzen, Değişimin karanlık dokunuşuna kapılan insanlar, Düzene kör kalıp, destekleyenler, Düzeni alevler içerisinde bırakıp, direnenler... - "Ben, ta...