O günkü kızla tanışmamızın üstünden bir hafta belki daha kısa belki daha uzun bir süre geçmişti. Bugünlerde zaman algımı yitirmiştim, sanırım iyi değildim. Her şey bu anı bekliyormuşçasına üst üste gelmişti. Halam para göndermeyi bırakmıştı (ki oldukça haklıydı onun da bir hayatı, çocukları vardı), Onur beni aldatmıştı, kötü bir ayrılık yaşamıştık ve kesinlikle yataktan bile çıkmak istemiyordum; yemek yapmak bile yük haline gelmişti. Kalan bir miktar paramı dışarıdan yemek sipariş etmeye harcıyordum, bu gidişle onu bile yapamayacağım, diye düşündüm.
Artık silkelenmek zorundayım sanırım dedim bıkmış bir şekilde. Aksi taktirde kiramı bile ödeyemeyecek, İstanbul'dan gitmek zorunda kalacaktım. Gitmek istemiyordum; buraya çok bağlanmıştım, hayatım olmuştu bu şehir. Uzun bir direniş sonrasında kalkmayı başardım, günlerdir sadece tuvalete gitmek ve gelen yemek siparişlerini almak dışında yataktan çıkmamıştım. Bu süreçte o günkü kıza yazmıştım ama düşündüğümün aksine cevap alamamıştım ve bu bana ne kadar aptal olduğumu bir kez daha hatırlatmıştı.
Masada duran bilgisayarım yanına gitmeyi başardım. Amacım iş aramaktı ama bunun dışında her şeyi yapmıştım, gerçekten asalağın tekiyim diye düşünürken yeni bir bildirim geldiğini gördüm, merak etmiştim gerçekten. Son birkaç ayda arkadaşlarımı kendinden uzaklaştırmıştım ve tamamıyla yapayalnızdım. Mesajın o gün ki kızdan olduğunu anlayınca ekrana yaklaştım.
Kız mesajında özür dilemiş, çok yoğun olduğunu ve mesajımı yeni gördüğünü yazmış. Bilirsin klasik üniversite koşturmaları diye bir şeyler zırvalamıştı. O an nasıl bilebilirim ki diye düşündüm ama çok sorgulamamaya karar verdim ve anlıyorum tarzı bir şeyler söyleyerek geçiştirdim fakat kız konuşmayı devam ettirdi. Böylece bitmek bilmeyen bir şeyler anlatmaya başladı. Çok geçmeden adının Selen olduğunu ve Selen'in o gün bana dediği zımbırtıların aksine oldukça aktif bir yaşantısı olduğunu da öğrendim. Tam konuşmayı bitirmek için bir hamle yapacaktım ki Selen bana bugün akşam üzeri beraber bir kafede oturmayı teklif etti. Birkaç gün dersi yoktu ve rahattı sonunda, istediğini yapabilirdi. Ona göre gerçekten iyi arkadaş olabilirdik. Kısa bir düşünme seansı yaşadıktan sonra teklifini kabul etmeye karar verdim çünkü kahretsin, gerçekten çok yalnızdım ve sosyal hayatım tamamen diplerdeydi. Selen başta bana tamamen bir şov yapmış ve belli ki eğlenmişti de gidersem benimle dalga geçme hatta direkt gelmeme olasılığı bile oldukça fazlaydı. Ama en iyi ihtimali düşünerek gitmeyi tercih ettim çünkü düşündüğüm kötü ihtimaller gerçekleşmezse gerçekten değişiklik olabilirdi. Bu yüzden ona "Tabii neden olmasın." yazdım ve buluşma saati yaklaşana kadar yatağa geçip biraz daha uzanmaya devam ettim.
Uzunca uzanıp telefona bakma mesaisinden sonra buluşma saatine doğru gelirken sonunda hazırlanmaya başlayabildim. Üstüme toz pembe bir kazak geçirdim, altıma bol buz mavisi bir jean giydim, tabii ki son derece üzgün de olsam asla ihmal edemeyeceğim halka küpelerimi, küçük bir buz kristali şeklinde olan kolyemi taktım. Saçlarımı saldım, insanı rahatsız etmeyecek kadar az gelen şekerli ve hoş çiçek kokulu bir parfümümü sıktım. Pembe bir lip gloss sürdüm ve beyaz küçük el çantama tıkıştırdım. En sonunda yine toz pembe olan ama bu kez kurdelesi olan bir ayakkabı giydim, belki de paramın bu kadar çabuk tükenmesi alışveriş tutkumla alakalıydı, son kez aynaya baktım ve gerçekten Selen'in dediği gibi, kıyafetlerimle bir Barbie'yi andırdığımı düşündüm.
Sonunda evden çıkmayı başardığımda bir saat geçmişti, ama geç kalmamıştım aksine erken bile çıkmıştım. Selen'le kararlaştırdığımız yere geldiğimde tam olarak saatinde geldiğimi gördüm. Ona geldiğime dair bir mesaj attım ve beklemeye başladım. Hemen beş dakika sonra burada olacağını söyledi ama yaklaşık yirmi dakika sonra buradaydı. Düşündüğüm gibi beni ektiğini düşünmüştüm ve bu biraz sinirlenmeme yol açmıştı. Tam gitmeye hazırlanmak için kalkacağım zaman Selen içeri girdi. Geç kalmıştı ama sorun değildi çünkü bunu kapatacak şekilde şaşırtıcı derecede tatlıydı, kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi bir giriş yapmıştı. Bana sarılmış ve iltifat etmişti. O günkü gibi soğuk değildi, samimiydi. Kahveleri sipariş ederken onu inceledim, son derece rahat giyinmişti, üstüne bir hırka ve onun altında üzerinde Metallica yazan bir tişört vardı. Altında ise salaş bir eşorfman ve spor ayakkabıları. Saçını dağınık bir şekilde topuz yapmıştı, siyah tonlarda bir göz makyajı vardı. Bu kadar rahat olmasına rağmen kesinlikle güzel görünüyordu. Çok yakın arkadaşlarmışız gibi bana samimi bir dille kızmaya başladı "Aman kızım yabancı mı var? Bir eşorfman geçirip gelseydin işte." böyle davranması iyi hissettirmişti, yalnızlığımı unutturuyordu anlıkta olsa.
"Bilmem, ben hep böyleyimdir." dedim, güldü ve bana hayatını anlatmaya başladı. Aynı yaştaydık ama o bir yıl sınıfta kalmıştı ve hala okuyordu. İyi bir özel üniversitede paralı öğrenciydi ve buradan da maddi açıdan iyi bir durumda olduğunu anlamak zor değildi. İngiliz Dill ve Edebiyatı okuyordu, en büyük hayali New York'ta yaşamaktı. Bir erkek arkadaşı yoktu, anlaşılan o bir kişide sabit kalamıyordu. Annesi zengin bir iş kadınıydı ve ona maddi açıdan gerçekten destek oluyordu ama anladığım kadarıyla anneliğin sadece bundan ibaret olduğunu düşünüyordu. Annesiyle daha fazla bağlantı içinde kalmak istemiyordu ama maddi açıdan ona mecburdu, çalışamazdı. Bir keresinde bunu denemişti ama berbat bir deneyimdi. Buna bile katlanabileceğini düşünmüştü ama en büyük kaçamama sebebi, kız kardeşi vardı. Kız kardeşi liseye yeni başlamış bir ergendi ve ergence şeylere gerçekten meraklıydı, ablasının gittiği partilere gitmek istiyor, erkeklerle çıkıyordu, alkol ve sigara gibi şeylere ise oldukça meraklıydı. "Ona hep söylüyorum bir, iki yıl daha geçsin söz beraber deneyeceğiz, sadece biraz daha büyümelisin diye. Ben onun yaşlarında başladım da ne oldu sanki, sürünüyorum işte. Bir de beni dinlese. O annem olacak kadının umurunda bile değil. Ne bok yerse yesin kendi katlanır diyor. Hadi ama hangi anne bunu ister ki..."
Anlattıkça anlatmaya devam etti, gerçekten susmuyordu, başta ilgi çekiciydi, samimiydi ve iyi hissettirmişti ama hafiften sıkılmaya başlamıştım. Hem bir insan kendini anlatmayı nasıl bu kadar sevebilirdi ki? Ara sıra hm hmlıyor, başımı sallıyor ve ara sıra ise gerçekten dinliyor ve sonra tekrar dinlemeyi bırakıyordum dinlediğim sıralardan birinde eski erkek arkadaşlarını anlatıyordu. Bu kaçıncı sigarasıydı bilmiyordum, saymayı bırakmıştım.
"...Baran gerçekten çok yakışıklıydı, kasları vardı ve motorcuydu. Ah, gerçekten benim tipim ama çok kıskançtı her halta karışırdı..." Yeniden dinlemeyi bıraktım ve kahve acaba kaç liraydı, diye düşünmeye başladım. Bu sırada Selen sonunda sustu. Şaşkınlıkla ona baktım, derin bir nefes aldı, cidden ihtiyacı vardı diye düşündüm. Duraksadı ve en sonunda
"Ee, sanırım adını sormadım" dedi. Şaşkınlıkla ona baktım. Fark etmesi sahiden şaşırtıcıydı. "Ha- hee evet önemli değil, adım Mina" dedim ve etrafa bakındım. "Aa, güzel isimmiş. Ben sanırım çok konuştum değil mi?" Yok canım, ne alaka. "Önemli değil." demekle yetindim.
"Ee, Mina neden o gün ağlıyordun? Bir şeyler anlattın ama aradan çok geçti, tekrarlar mısın?" dedi, bir tane daha sigara yakarken. Duraksadım, nereden başlayacağımı veya anlatmak isteyip istemediğimi bilmiyordum. O gün, o an ki çaresizlikle bir şeyler söylemiş olmalıydım; ama şu an ne kadar açmalıydım konuyu, bilmiyordum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
je veux
ChickLitİstanbul'da yaşayan 20li yaşlarında 4 yakın kız arkadaşın hikayesi...