Oturduğu koltukta ayaklarını sallayarak etrafına bakınan kızı süzdü gözleriyle Mina. Hiç tanımadığı birini ölümün elinden alıp kendisinin bile çok uğramadığı evine getirmek ne kadar mantıklıydı bilinmez fakat yapmıştı işte.
Elindeki kaşıkla ocağın üzerindeki çorbayı karıştırmaya devam etti. Bir yandan da kızla ne konuşacağını düşünüyor, istemsizce dudaklarını ısırıyordu. On dakika böyle geçti, ikisinden biri sesini çıkarmadı. Mina bir kaseye çorba doldurup kızın yanına doğru ilerledi. Çorbayı kızın yanına bırakıp koltuğun karşısındaki yemek masasının oradan bir sandalye çekip oturdu. Ellerini pantolonuna sürtüp derin bir nefes aldı. Boğazını temizledi.
"Mantar çorbası."
Gözlerini üzerinden bir an bile ayırmayıp dikkatle onu izleyen kız kafasını çevirip birkaç saniye kaseye baktı.
"Evde kedim var. Beyaz renkli. Annem eve almıyor beni ama ona bakmam lazım. Annem bakmaz. Aç kalır."
İkisi sohbete başladı, Mina adının Chaeyoung olduğunu öğrendiği kızın yaralı olduğunu anladı. Zaman zaman kendine benzetti, benzediklerini düşündü. Kız sadece yirmi yaşındaydı. Çok daha yaşlı hissediyordu ya, bazıları buna mecbur kalır. Aslında önemli olan da gerçekte kaç yaşında olduğunuz değil kaç hissettiğinizdir.
Her yaş farklıdır.
Beş yaşınızda zihin kuramını kazanırsınız. On yaşınızda zihniniz daha kalabalık bir yer olmaya başlar, on beş yaşınızda platonik olduğunuz o kişiyi düşünüp hüzünlenirsiniz her on beş yaşında olan çocuk gibi ve yirmi yaşınızda birkaç zorluk görmüş hale gelir, hayatın yaşamaya değer olmadığına karar veren başıboş bir avare olursunuz. Otuzunuz'da yüksek ihtimalle evlenmişsinizdir, yükünüz artar. Elli, yetmiş; ömrünüz yeterse doksan. O yaşlarda olmak, o yaşlarda hissetmekten çok daha iyidir zira doksan yaşında olan biri birçok acı, sevinç, kalp kırıklığı görmüş geçirmiştir ve artık göreceği çok da fazla bir şey kalmamıştır fakat yirmi yaşındayken doksan yaşında hissetmek, henüz bu belirsiz insan dünyasında hiçbir şey görmemiş olmanıza rağmen görmüş gibi hissetmek büyük bir yük, büyük bir felakettir.
İşte Mina, yirmisinde doksan gibi hisseden biriyle tanışmıştı. Kızın davranışlarını garipsedi, psikolojik sorunları olabileceğinden şüphe etti. Polise götürmeyi düşündü, sonra vazgeçti. Evine aldığına pişman oldu ardından bir iyilik yaptığını düşünüp içini rahatlattı. Kafası karışıktı fakat içinde bir yerlerde doğru bir şey yapmış olmak için dua etti.
Mina çok inançlı biri değildi esasında fakat bazen, Tanrı'sı yakınında bir yerde beliriyordu işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Rosemary
FanficGül birkaç gün sonra sönecek bir aşkın habercisidir derler; kapımda kocaman bir gül buketi var.