BİRİNCİ BÖLÜM

10 0 0
                                    

Cama vuran yağmur damlaları kendi içlerinde huzurlu bir melodi oluştururken bu huzurlu melodiye benim açmış olduğum Evgeny Grinko – Valse eşlik ediyordu. Kısık sesle yankılanan klasik müzik kulaklarıma ulaşırken salonun ortasında oturmuş elimdeki mini sarı süngerle heykelimin üzerindeki toz tanelerini temizliyordum.

Sol çaprazımda kalan gri, ikili koltukta cenin pozisyonunda uzanan Ceyda ise her beş saniyede bir iç çekiyor ardından ofluyordu. Yarım saattir elinden düşürmediği telefonundan kiminle mesajlaşıyorsa canını biraz sıkmış olmalıydı.

“Sorun nedir?” diye sordum, oflamalarına dayanamayarak.

“Bu adamın düşüncesiz hâllerinden gerçekten bıktım!” dedi, demedi bağırdı resmen.

“Uğur’la mı mesajlaşıyorsun yarım saattir?” düşüncesiz dediğine göre o olmalıydı, başka düşüncesiz bir insan tanımıyordum.

“Başka kim olabilir Payiz. Gerçekten sinir hastası eder bu insanı.” dediğinde telefonu kapattı ve ayak ucunda kalan boşluğa atarak gözlerini kapattı, derin nefes alıp vererek gözlerini geri açtı ve oturur pozisyona geçerek arkasına yaslandı.

Bakır-karamel kıvırcık saçları omuzlarına döküldüğünde önüne gelen tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdı, saçlarını geri çekmesiyle oval suratı ortaya çıktı. İri olan ela gözleri dün geceden beri uyuyamadığı için kan toplamıştı. Normalde makyajsız gezmeyen -ev sınırları içerisinde de- kız bugün tüm makyajından arınmıştı ve buğday teni tamamen ortaya çıkmıştı.

“Ne diyor yine?”

“Yarın akşam Uğur’la yemeğe çıkacaktık baş başa. Özel bir yemek olacaktı.” dediğinde gülümsedi fakat gülümsemesi kısa sürdü, seyrek kaşları çatıldı. “Uzun zaman sonra ilk defa baş başa olacaktık ama,” dediğinde tekrar iç çekti, kendini sakinleştirmeye çalışıyordu anlaşılan. “Ama köyden kuzenleri gelmiş o yüzden yarınki yemeği iptal etti. Neymiş ailesinin yanında olmak istiyormuş, yemeği onların evinde de yiyebilirmişiz. Hayır benim anlamadığım şu, kuzenleri geliyorsa hemen geri dönecek değiller, akşam yemek dönüşü de görebilir di mi ama? Hayır benim kalabalıktan hoşlanmadığını biliyor ve bunu bilmesine rağmen beni o küçücük eve on altı kişinin bulunduğu ortama çağırıyor. Daralırım ben orada, yapamam.”

Evet, Ceyda kalabalık ortamlardan hoşlanmazdı. Sokakta bile kalabalık yerlerden anında uzaklaşırdı, az insanın olduğu yerlerden yürümeye dikkat ederdi. Sebebini söylememişti ama geçmişinde yaşadığı bir olaydan dolayı böyle olduğunu üstü kapalı bir şekilde söylemişti. Travmatik bir olaydı anlayacağınız. Uğur’ların evi ise on altı kişinin iç içe durabileceği kadar büyük bir ev değil, minimal, minimum beş kişinin yaşayabileceği bir ev. Ve Uğur Ceyda’nın kalabalık ortamlardan hoşlanmadığını gayet iyi biliyordu çünkü Ceyda bir keresinde Uğur’un yanında bu konu sebebinden fenalık geçirmişti, hastanelik olmuştu. Buna rağmen yarın akşam o eve çağırması resmen düşüncesizlikti, başka bir şey değil.

“Bir delilik yapıp o eve gitmeyeceksin değil mi?” diye sordum. Fenalaşmasını, tekrar hastaneye kaldırılmasını istemiyordum.

“Bilmiyorum,” dediğinde kaşlarım yukarıya doğru kalkmıştı. “Gerçekten bilmiyorum, bakma bana öyle.”

Kaşlarım tekrar düz bir hâl aldığında başımı salladım ve elimdeki süngeri kenara bırakarak solumda kalan lacivert, nemli bezi elime aldım ve kullandığım heykel aletlerini silerek sırasıyla siyah çantamın içindeki bölmelere yerleştirdim.

“Önceliğin her zaman kendini düşünmek olmalı, asla bir başkasını değil. O ne der, bu ne der diye düşünerek bir karar vereceksen eğer kendi durumunu göz önünde bulundur ve ona göre bir tercih yap. Diyorsan ki benim hayatım önemsiz, o yemeğe gidebilirsin.” dedim, aletleri çantaya yerleştirmeye devam ederken.

KARANLIK GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin