soonyoung k.
bok gibi hissetmem normalin de ötesindeydi. herife ona alıştığımı söylememe rağmen beni kovar gibi konuşmaktan utanmamıştı bile.
tamam, eğer öyle sanıyorsa devam etsin. sarhoş olup saçmaladım sansın. önemli değil.
peki bana ne oluyordu harbiden? imkansız tam da böyle mi çekiyordu kendine? başka türlü bu garip hislere anlam veremezdim. ya da bedenim yüzündendi. çok enerjisiz kalmıştı. lee jihoon'a tepki vermek tek aktivitesiydi.
kafayı yesem yeriydi. ama yemedim. fındık sütüyle ıslattığım gevrekleri ağzıma sokmaya devam ettim. tam o sıra patır kütür ayak seslerini işittim. merdiveni parçalamak istiyor gibi duyuluyordu.
mutfağın girişine vardığında kafamı kaldırıp ona baktım. birkaç saniye göze göze kaldık. sonra "kahve istiyorum." dedi. piçlik olsun diye o zaman yap diyesim geldi ama bunun yerine kalkıp bir kupa aldım ve ona kahve doldurdum. itme-çekme miydi bu da?
iç taraftaki bar taburelerinden birine geçtiğinde -karşımdakiydi- tüm dikkatimi tekrar kaseme verdim. lanet şeyin doyuruculuğu sıfır bile değildi. eksilerde yüzüyordu.
"yedikten sonra çalışmaya başla."
ben de nerede kaldı diyordum. istifimi bozmadım. "sözleri hemen ezberlemem gerekiyor mu?" o profesyonel takılacaksa pekala ben de becerebilirdim. düzelmeyen tatsız ifadesiyle –genelde ifadesiz olan jihoon için bu garipti– kafasını salladı.
"ne kadar çabuk o kadar iyi. çıkışın için fazla zamanın kalmadı."
birden her şey çok yorucu geldi. tüm gün spor yapsam bu kadar yorulmuş hissetmezdim ama işte, hepsi üzerime yığıldı öylece. öncesinde dalga geçmiyordum. buraya ve ona alışmıştım. kulağa cidden şaka gibi geliyordu ama doğruydu. beni bekleyen hızlı hayatıma dönmek biraz korkutucuydu. bu sakinlik –jihoon'la olan– bana tuhaf bir huzur sağlamıştı. evet, birbirimizin boğazına yapışacak raddeye gelsek dahi.
yine de bu tür muhabbetler onu itiyordu. benimle bir daha asla dün geceki gibi açık ve rahat olmayacaktı. zaten önümüzde herhangi bir 'bir daha' da yoktu. takılma soonyoung, diye teselli ettim kendimi. başkan ona yetiyor olmalı. hayatında sana yer yok.
ondan nefret etmek işe yaramadıysa tamamen vazgeçmek en sağlıklı yoldu. bu yüzden kendimi işe verdim. her ne kadar lee jihoon öncesine nazaran biraz farklı olsa da tedbiri elden bırakmadım.
daha önce farklı şovlar için kayıt odalarında bulunmuştum. ortama yabancı değildim ve hepsi de çok eğlenceli geçmişti. muhtemelen kaydı alan kişi lee jihoon olmadığı içindi. şimdi ise ne kadar bastırmaya çalışsam da gerginlikten ölmek üzere gibi hissediyordum. şarkıyla bütün olmak gibi bir şeydi bu.
"burayı tekrar alalım." kafasını kaldırıp dik dik suratıma baktı. "odaklan."
kolaydı sanki. "şarkıcı olmadığımın farkındasın değil mi?" kaşlarımı çattım.
"sana daha iyi söyle demedim. odaklan dedim." gözlerini ekrandan ayırmadan gevelediğinde iç çektim sadece. zihnimi boşaltıp tüm dikkatimi şarkıya versem dahi odaklanmak zordu. bu şarkı hangi şartlar altında yapılmıştı bilmiyor muydu!
"kwon soonyoung," kafamı kaldırdım. şimdi dikkatle bana bakıyordu. "ne istiyorsun?"
neden birden böyle bir şey sormuştu ki?
"dün çok içtin, iyi hissetmiyor musun?"
ilgili tavrı sesine ya da suratına yansımıyordu ancak bu bocalamama engel olmadı. kaybolmuş halde ona baktım sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hurry, scandals and couple of the year!
Fanfictioneğlence sektörü değişkendir. kaybetmek ve kazanmak üzerine kurulu zorlu bir mücadeledir.