jihoon l.
günlük rutinim kendimi unutmama olanak sağlamıyorsa ortada ciddi bir sorun olurdu ve genelde bunu uyuyarak ya da yiyerek atlatırdım. ne uyuyabildim, ne yiyebildim. bir noktada doktora gitmek gibi bir düşünce bile geçti aklımdan ama muhtemelen uzman, berbat rutinime dönmemem için bir tedavi uygulamayı daha uygun bulurdu. bütün şıklar tek tek eleniyorken aşağı kattaki çalışma masamda oturmuş pencereden dışarıyı izliyordum. soonyoung dün gitmişti ve ben sanki yıllarca yalnız değilmişim gibi şimdi tekrar yalnızlıkla baş etmeyi öğreniyordum. kötü bir fikirdi. seungcheol'den çıkmış tek kötü fikirdi. ne olursa olsun kabul etmemeliydim.
içten içe istemiştin.
istemiştim. denemekten zarar çıkmaz diyen minicik bir yanım vardı ve işte, iyi halt yemiştim. seungcheol benden yorulmuş olabilirdi, bu da bir ihtimaldi. ancak hiçbir zaman yanımda olması için onu zorlamamıştım. bana sülük gibi yapışan kendisiydi. yine de onu suçlamak mantıklı gelmiyordu. bu düşünce zincirini anında kestim. soonyoung o kadar kafada kuran biriydi ki bu huyu bana da geçmişti.
keşke o olsaydım. hayatım boyunca bazenleri bazı kişiler olmak istemiştim ama hiçbiri bu kadar yoğun değildi. kwon soonyoung öyle dört dörtlük biri de değildi, tam olmak isteyeceğim kişiydi. kimse ona zarar veremezmiş gibi görünüyordu. tehlike anında ateş saçıyor, kendinde açılacak yaraları güzelce savuşturuyordu. muhtemelen ben de öyle görünüyordum. tepkisiz ve düz tavrımın arkasında bir zırh görüyorlardı ve eminim ki bu zırhın hiçbir şey geçirmediğini düşünüyorlardı. çok geçirgendi. çok zayıftı. tehlike anında alev alsam önce kendimi tutuşturmak zorunda kalıyordum.
iç sıkıntımla biraz stüdyoda takıldım. aklımı işgal eden soonyoung'dan kurtulmaya çalışıyordum. yine de en sonunda kendimi kayıt odasına atmıştım. sözlerin yazılı olduğu defteri aradım, yanına almıştı muhtemelen ama demoyu tekrar kaydetmeye giriştiğimde ona ihtiyacım olmadığını anladım. hepsi aklımdaydı. yapabileceğim daha iyi bir şey yokmuş gibi –bunu daha önce düşünmemiştim hiç– defalarca kayıt aldım. versiyonlar çoğaldıkça tükeniyordum. bu iyiydi. tükenmek. en azından müzikle. ama tek etken bu muydu tükenmemde?
uyuşmuş halde odadan çıktım, evi turladım, doldurduğum kaseden bir iki kaşık gevrek yedim, duş aldım. tüm bu süre boyunca aklım düşüncelerle doluydu. kurulanmadan yorganın altına girdiğimde –uyuşuk hissetmeme rağmen içim karıncalandığında– onun yattığı tarafta, onun başını koyduğu yastıkta ne yaptığımı sorgulamadım bile. suratımı yastığına gömdüm, izlerini yokluyordum. onu atmak ve atmamak arasında gidip geldi düşüncelerim. soonyoung'u atmak. başaramayacağımdan değildi, zaten istesem bile tutamayacağımı fark edince zihnim berrak bir hal aldı. bu noktada sürü halinde tek bir yere toplandı tüm o düşünceler: ben istediğim neyi alabilmiştim ki hayatımda?
şimdi neden sızlanıyorsun? o aksi tavırlar bunun için değil miydi? insanları uzak tutup izole olmak en iyisi senin için, yıllarca ne yaptın?
anıların istilası ateşli bir hastalık gibiydi, titrememe sebep oldular. soğuktan tir tir titriyordum ama içimde beni küle çevirecek bir yangın vardı. insan olduğumu en uç noktaya kadar hissettiğim bu anlarda kendimden daha da nefret ediyor, yok olmayı diliyordum. biri bana sarılsa her şey nasıl da geçerdi. herhangi biri. cidden geçecekmiş gibiydi ama bunun imkansız olduğunu da çok iyi biliyor, boş umutlarım yüzünden daha da titriyordum.
bir çöküş anıydı. uzun aralıklarla gelen, ilk kez yaşamadığım bir bozulma. zihnim artık güçlüymüş gibi yapamadığında yıkılır, bedenim de onu takip ederdi. hepsinden sağ çıkabilmiştim. her seferinde devam edemeyecekmiş gibi hissetmeme rağmen yapmıştım. bunları hatırlattım kendime. acıyla uyumaya çalışıyorken kendimden nefret etmenin o kadar da kötü olmadığını düşündüm. tuhaf bir teselliye dönüştü hepsi. soonyoung'un izleri de öyle. uykuya doğru adımlıyorken tetikleyici o değilmiş gibi bir nebze huzur buldum bıraktığı varlığında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hurry, scandals and couple of the year!
Fiksi Penggemareğlence sektörü değişkendir. kaybetmek ve kazanmak üzerine kurulu zorlu bir mücadeledir.