-.-

69 10 1
                                    

                               -  ...  -

Tanrılara sığınmanın aptallık olduğunu biliyordu.

O yüzden kaçtı.

Sonra da düştü.

 Soğuk ve kuru havanın yerine dondurucu çağlayanın dalgaları vurdu kanlı bedenine.

 üzerine çarpan her akımda daha çok süründü, savaşının suyla değil kendiyle olduğunu bilerek.

    Dizleri suyun dibinde durduğunda kesik bir nefesin ardından bağırdı. Titreyen ellerini sanki günahı işleyip avuçlarını kızıl kanla boyayan o değilmiş gibi acıyla yüzüne götürdü ve yüzünü parçalamak istercesine parmaklarını yüzüne bastırdı. Bedeni acıyla kıvranırken, ruhu ölümün verdiği doyurucu tadın zevkiyle kalbine yükselip duruyordu.
 
  Akarsudaki kayalar kollarını çizdi, altın ve kırmızı kan suyun içinde yok olurken elini dayadığı taşlar avuçlarını kesti, öğürdü, kıyafetleri suda ağırlaşıp vücuduna çöktü. Avuçladığı her taşta, kollarını savurduğu her yanda, elinde bir bıçak parlayıp tekrar tekrar karşısındaki bedene saplanıyor; anı zihninde durdurulamaz bir çığ halini alıyordu. Milyon ses duyuyordu ama zihni hiç bu kadar huzurda olmamıştı.

Tanrılara sığınmanın aptallık olduğunu biliyordu. Ona bile...

   Yine de başını kaldırdı, bir dayanak aradı. Bir çocuğun annesini aradığı gibi, hastanın doktorunu aradığı gibi aradı gökyüzünü ancak güneş ışığını ay ile ona yansıtmaktan bile gocunmuş, bir tek yıldızlar küstahça parlamaya devam etmişti. Sonsuz gökyüzünün altında ağlayabileceği kimse kalmamıştı. Gökyüzünde, gökyüzünde ve gökyüzünün ötesinde hiç kimse kalmamıştı. Başını indirip tekrar baktığında dalgalar içinde gülümseyen surat bile gözlerinde değişip duruyordu. Ona bakmak istemiyordu, yüzünde gecenin bile gizleyemediği kanlı yolları, en çok da gözlerini parlatan ışığı görmekten gocundu. Ama ne kadar kaçabilirdi ki? O ve kendinin her hali o kanla mühürlenmişti.
 
  Tabii o yüzünü parçalamak ister gibi avuçlamaya, kollarını soğuk çağlayana sokmaya ve akıp giden kanı dağıtmak istercesine ellerini suya vurup durmaya devam etti. Kaçınılmazdan kaçamadığı için haykırıp çırpınmaya son vermedi. Saçları birbirine kan ve suyla karışırken tırnaklarına takılan her şeyi çekiştirdi.
 
  Kader değiştirilemez bir olaylar çizgisi değildi, hiçbir zaman olmamıştı ama kitaba bir kez yazılan da sonradan değiştirilemez, sayfalar ona göre akmaya; hayat, genç kızın bir katil olduğu gerçeklikten devam etmeye mahkûm olurdu. Sayfalar artık bu akıntıda çevrilir. Bunu en iyi o bilir, isyan etme hakkının olmadığının en çok o farkındadır.

   Bir şekilde metrelerce uzağında kalan evden yükselen acı haykırış rüzgârla kulaklarına dolmuş, ölümün ağaçlar arasında attıkları adımlar içinde yankılanmıştı; onu uyandırmış, bir çığ gibi büyüyen paniğinin yerini önce öldürdüğü adamın silueti ardından da yüzlerine bakması gerekecek onca insan gelmişti. Tekrar öğürdü.

   Ölüm dalga dalga hissedilmişti. Yağmur yağar gibi her bir adımı, her bir damla onu ayrı sarsmış; yüzeyi kıvrandıran her damla birbirine girip kargaşaya sürmüştü onu. Avuçlarına koparttığı saçları doldu, kollarını pençeledi, üstündeki kıyafetleri çekiştirip kendini üzerine attığı kanlı hançeri öfkeyle karanlığa savurdu. 

 Hiçbir yer su, toprak, hava gibi hissettirmiyordu. savrulduğu her yerde derinin altında kopan kas ipliklerini hissetti.

Bağırdı.

  Kendini uyandırmak için sayısız kez kafasını akıntıya daldırıp çıkarttı, saçları yüzüne yapıştı. Su hala geceyi yansıtmasına rağmen o yalnızca kırmızıyı gördü.

  Tekrar haykırmaya hazırdı ama sesi boğazında düğümleniyor, bir fısıltıyı çıkartabildiği anda kafasını yine suya gömüyordu. O kendini parçalarken orman yaratıldığı gibi durmaya devam ediyordu. Rüzgâr yaprakları sallıyor, dallar birbirine vuruyor, kozalaklar düşüyor ama kalbinde yaşanan çöküşü umursamıyor.

  Ne kuşlar korkuyordu ne de hayat durup paniğine ortak oluyordu. Hareketlerine hiçbiri; kendi kalbi bile inanmıyordu. Yüzsüz bir fısıltı gülmeye ve içinde yuvarlanıp kabarmaya devam etti.

  Başı döndü.

Tanrılara sığınmanın aptallık olduğunu biliyordu.

"YARDIM ET!" diye haykırdı yinede, yapabileceği tek şey buydu.
Gözleri ayı ararken saçlarını çekiştirdi.

"YARDIM ET BANA-" kafasını tekrar dirseklerinde durduğu suya soktu, çırpındı. "LÜTFEN YARDIM ET YALVARIRIM!"

İçindeki şeytanı öldürmek, onu boğmak ve varlığını kendinden yıkamak için tekrar tekrar vaftiz etti kendini. Gökteki tanrılara dönüp durdu gözleri, sesi onlara yöneldi ama sonu hep suyun altına dönmek oldu. Parlayan yıldızlar dışında her şey çekilmişti gök kubbeden. Suya karışan kırmızı kana, kesilen avuçlarından altın rengi karışıyordu.

"YARDIM EDİN BİRİNİZ LÜTFEN!"

.

.

.


Anhedonia - Odium'un ÖtesindeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin