Hayatınızın sonuna geldiğinizde beyaz bir ışık huzmesinin gözünüze çarptığı, hayatınızın bir film şeridi gibi gözünüzün önünden geçtiği tamamen palavradır.
Sizi bekleyen şey, soğuk ve karanlıktan başka bir şey değildir. Ölçüsüz bir baskıyı önce kalbinizde sonra kulaklarınızda hisseder, sonra hiçbir şey hissedemez hâle gelirsiniz. Beş duyu organınızın size verdiği tüm yetileri birer birer kaybedersiniz ve sonunda hiçliğe karışırsınız.
Alaz gözünü alan beyaz bir ışık gördüğünde öleceğini düşünmüştü. Sonunun ne olacağını düşünmeden yalnızca bastığı gaz pedalının ona kurtuluş getireceği hissine kapılarak girdiği yol, bir tek Alaz'ın değil hayatına değen herkes için dönüm noktası olacaktı.
(...)
Neslihan dudaklarını çaresizce kapatırken ne diyeceğini bilemez hâldeydi.
Yıllar sonra hayatının aşkını karşısında görmek tüm vücudunun elektrik akımına kapıldığı hissini yaratmıştı. Nasıl olduysa hayatları yeniden kesişmişti ve Güven tam karşısında duruyordu.
Ali için kutlama yaptıkları gece yıllar sonra ilk kez görmüştü onu. Doğrusu kanlı canlı olarak ilk kez görmüştü. Birkaç kez titreyen parmaklarıyla arama motorunda ve sosyal medyalarda onu arattığını anımsıyordu. Bir aile kurmuştu. Tanıdığı bir yüz, ona bir aile olmuştu.
Özge.
Aynı sınıftadaydılar. Pek yakın olmasalar da aynı ortamda defalarca kez bulunmuşlardı. Hatırlıyordu da, Özge'nin büyük aşkla bağlı olduğu adam üst sınıflarındaki öğrencilerden biriydi. Nasıl olmuştu da Güven ile evlenmişti işte onu anlayamamıştı.
Kabullenmesi gerekirse, hayatında duymadığı kıskançlığı Özge ve Güven'i aynı karede birbirlerine bakıl gülümserken hissetmişti. Birbirlerine aşık oldukları düşüncesi kalbini acıtmıştı. Hâlâ daha o acıyı hissedebiliyordu.
Evet, Güven karşısındaydı. İkisi de başka insanlarla başka hayatlar kurmuşlardı. Ama Neslihan hiçbir zaman Serhan'a aşık olmamıştı. Güven ise...
Neslihan'ın gözleri yavaşça ve istemsizce Güven'in yüzük parmağına kayarken Güven, Neslihan'dan yanıt beklemeye devam ediyordu. Evelemeye güvelemeye gerek yoktu. Yıllar önce yapması gerekeni en azından şimdi oyunlara girişmeden yapmalıydı.
On Beş Yıl Önce
Ali rengarenk ışıklarla parlayan dönme dolaba bakarken Çağla ve Alaz çarpışan arabaların önünde pamuk şeker satan adama bakıyorlardı. Alaz kardeşinin elini sıkıca tutuyor, bir yandan da cebindeki parayla ne kadar pamuk şeker alabileceklerini düşünüyordu. Bir an önce pamuk şekeri almalı ve abilerinin yanına gitmeliydiler. Hep beraber dönme dolaba binecekler, İstanbul'u ayaklarının altına alacaklardı. Bakıcıları da onlarla olacaktı tabii.
Sahi Dilek ablaları neredeydi?
Cebindeki parayı pamuk şeker satan adama uzatıp "Dört tane olsun," derken Dilek ablasını arıyordu.
Balerinin önündeydi o da. Heyecan içinde telefonla konuşuyordu.
"Ben pembe istiyorum amca!"
Çağla'nın sesiyle tekrar pamuk şeker satan adama dönmüştü Alaz. Adam, pembe şekeri Çağla'ya uzattığında Alaz gözlerini devirmişti. "Hepsinin tadı aynı değil mi?"
Ali sıra onlara yaklaştıkça kardeşlerinin ve Dilek ablasının gelmesi için sabırsızlanıyordu. Önündeki dört kişi yavaş yavaş yerlerini alıyordu neredeyse sıra onlara gelecekti!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tu vas me detruire
Fanfiction"Yanacağını bilerek ateşe dokunur muydu insan? Kendini alevlere bırakır mıydı? Küle döneceğine bile bile kaybolur muydu yakıcı sıcağında?" Alaz'ın çıplak göğsüne dokunurken yanacağımı da küle döneceğimi de biliyordum. Fakat ben bir anka kuşu değildi...