Alaz kolay kolay kendini tehlikeye düşmüş hissetmezdi. En kritik anlarda bile soğukkanlılığını korur, gardını düşürmez daima dimdik dururdu. Fakat şimdi, tepeden tırnağa ürpermiş hissediyordu. Normalde kan pompalaması gereken kalbi, onu öldürmeye yemin etmiş gibi mücadele veriyordu. Göğüs kafesinin kırılacağını hissine kapılmıştı.
Birkaç hafta öncesinde, intihar etmeye çalıştığında ve ölümle burun buruna geldiğinde o an için düşündüğü hiçbir şey yoktu. Varlığının sonunun nereye gideceğini, hiç düşünmemişti. Gerçi düşünmesine gerek de yoktu.
Yığınla hatası, günahı varken cehennemin kapıları elbette onun için açılacaktı. Ruhunun çekeceği azap, Alaz için sürpriz olmazdı. Gerçi Alaz, günahlarını pek de önemsemezdi. Hataları, kusurları ya da bambaşka kelimelerle tanımlanan yanlışları Alaz'ı, Alaz yapan özellikleriydi. Hep böyle düşünmüştü.
Adı Alaz'dı bir kere. Alaz, "ateş," demekti. İnsanları yakmak, kavurmak tabiatında vardı.
Kendi ateşinin kendi ruhunu kavuracağını hiç düşünmezken şimdi varlığı kendi hataları sebebiyle yanıp kavruluyordu.
Her şeyi telafi edebilir miydi?
Bunun cevabını adı kadar iyi biliyordu.
Nasıl ailesi ona çocukluğunu geri veremeyecekse, mutlu olup sevildiğini hissettiği bir tablonun özlemini gideremeyecekse o da Süveyda'ya yaptıklarının bedelini hiçbir şekilde ödemeyecek, genç kızda yarattığı enkazı telafi edemeyecekti.
"Hayalet görmüş gibisin Alaz," dedikten sonra gülümseyen Süveyda, Alaz'ın yanında dikilen genç adama çevirmişti gözlerini. Elini, tanımadığı adama uzattığında elini zarifçe kavrayan elin sahibine daha içten bir gülümseme göndermiş ve eklemişti. "Süveyda ben."
"Yaman."
"Eh," demişti abisi. Burnunun kenarı kaşımıştı. "Tanışmayan tek ikili sizdiniz, siz de tanıştığınıza göre bahçenin tadını çıkarabiliriz değil mi?"
Bora, Alaz ve Yaman'ın aksine rahattı. Huzursuz hissetmiyordu. Diken üstünde oturmuş gibi hissetmesi gerekenin Yaman olduğunu düşünüyordu. Ya da diken değil de şu Çin İşkencelerine konu olan çivili tahtada oturuyor gibi hissetmeliydi?
Evet, diye düşünmüştü Bora. Hissetmesi gereken buydu. O da, en hafif en basit his olmalıydı.
Yıllarca beraber zaman geçirmişlerdi. Birçok çocuk için Yaman "delikanlı" dedikleri o çocuklardındı. Büyüdükçe etrafındaki hayran gözler de artmıştı. Bilhassa onunla kalan, o üç çocuk kahraman olarak görüyordu Yaman'ı ama Bora biliyordu ki Yaman bir kahraman değildi.
"Siz nereden tanışıyorsunuz ki?" diye soran Çağla'ydı. Yaman ve Bora'ya bakıyordu. Süveyda'nın yanına oturup başını omzuna yaslarken gün içinde yapacaklarının planlarını kafasında tasarlıyordu.
"Sokaktan." Bora dilinin ucuyla konuştuğunda aşinası olduğu çakır gözler, gözlerini bulmuştu.
"Sokaktan?" Abisini tekrarlayan Süveyda gülmüştü. "Bu kadar tesadüfte olmaz ama. O meşhur kayıp Soysalan sensin ve abimle aynı sokaklarda büyüdün ha? Gerçekten aptal bir Yeşilçam filminin içine düşmüş gibiyim. Üstelik payıma düşen bir Tarık Akan'da yok."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tu vas me detruire
أدب الهواة"Yanacağını bilerek ateşe dokunur muydu insan? Kendini alevlere bırakır mıydı? Küle döneceğine bile bile kaybolur muydu yakıcı sıcağında?" Alaz'ın çıplak göğsüne dokunurken yanacağımı da küle döneceğimi de biliyordum. Fakat ben bir anka kuşu değildi...