Esir

31 3 3
                                    

Bahar kokusu, yemyeşil çimler, pırıl pırıl parlayan güneş... Çimlere boylu boyunca uzanıp kendimi uykuya teslim ettim. Ta ki bir ses beni uyandırana kadar.
"Eylül! Uyuyamazsın!"
Gözkapaklarım yavaş yavaş açıldı. Yemyeşil çimler, parıldayan güneş, bahar kokusu... Hepsi gitmişti. Şimdi derin bir karanlıktaydım. Hemen ayağa kalktım. Ama hiçbir şey net değildi.
"Kimsin sen?" Dedim. "Beni rahat bırak!" Diye çığlık attım. Ellerim saçlarımdaydı. Delirmek üzereydim. Az önceki yere huzura gitmek istiyordum.
"Benim. Mert!" Dedi. Gözlerim açılmıştı.
"Mert?"
"Evet. Sakin ol. Seni kurtarmaya geldim. Dediklerimi harfiyen yapacağına söz ver." Dedi.
"Ta-tamam." Dedim. "Bekle bir saniye! Sen olduğunu nerden bilicem?"
"Ne istersen sorabilirsin?" Dedi.
Düşünmeye çalıştım. Ama beynim adeta patlayacaktı. "Buluştuğumuz kafenin adı ne?" Dedim bir çırpıda.
"Şirin kafe." Dedi hemen. Rahatlamıştım.
"Söyle ne yapmalıyım? Ve nerdeyiz?" Dedim.
"Şu anda senin rüyandayız. Komada olmalısın. Beni en son aradığında evde miydin?"
Aklıma karşı kaldırımdaki adam geldi. Ürperdim. Ve o an yine bayılmıştım. Bayılmaktan nefret ediyorum. Bu... Bu beni çok güçsüz, zayıf göstriyordu. Her korktuğumda başıma bunun gelmesinden nefret ediyordum. Tüm bu yaşananlardan nefret ediyordum.
"Evet. Ve eğer hemen gelseydin bu halde olmazdım." Son sözlerim ağzımdan nefretle çıkmıştı. Karşımda kim olsaydı kırılırdı. Ancak bu kişi Mert olduğu için hakediyordu. Evet hakediyordu. Ya da biraz fazla mı sert mi konuştum? Ah lütfen saçmalama Eylül! Duyması gereken daha çok nefretlik kelime varken en hafiflerini kullandın.
"Şu anda nerde olduğunu biliyor musun?" Dedi.
Nerde miyim? "Evde değil miyim? Ya da hastanede?"
"Hayır Eylül. Kaçırıldın. Ailen her yerde seni arıyor. Polislere haber verildi. Babana göre bir çığlık duymuş ama sen odanda değilmişsin." Dedi.
Vücudumun çekildiğini hissediyordum. Şu anda güvende değildim.
"Eylül nerde olduğunu bulmaya çalış. Seni ne pahasına olursa olsun koruyacağım." Son sözleri gurula çıkmıştı. Ama benim gözlerimden oluk oluk yaşlar geliyordu. Artık kendimi kurtulamayacağım bir boşluk içinde bulmuştum. Dizlerimin üstüne çöküp hıçkırarak ağlamaya başladım. Bir el omzuma uzandı. "Mert?" Dedim
"Benim. Sakin ol ağlamamaya çalış. Lütfen" lütfen diyişi o kadar içtendi ki ağlamam kesmişti nihayet. Karanlık olduğundan onu göremiyordum. Ancak hissediyordum. Gözlerimdeki yaşları sildikten sonra "Hepsi benim hatam. Ben olmasaydım sen bu durumda olmazdın." Dedi.
"Neden senin yüzündenmiş saçmalama. Ben güçlü bir kızım söylediğini yapıcam."
Niye bilmiyorum ama sanki yüzünde çaresiz bir tebessüm gördüm.
"Sana güveniyorum."

Artık gerçek hayata gözlerimi açıyordum. İçerisi iğrenç derecede küf kokuyordu. Benim biraz üstümde parmaklıklarla desteklenmiş bir pencere vardı. İçeriye cılız bir ışık vuruyordu. Üstüme bakınca belli yerler pislenmişti. Hareket etmeye kalkışınca zincirlerin sesi duyuldu. Zincirlenmiştim. Birkaç kere uğraştan sonra başarısız olacağımı anladım. Çareyi bağırmakta buldum.
"Kimse yok mu?"
Demir kapı açıldı. İçeri muhafız gibi giyinmiş bir adam girdi.
"Ne var? Ne istiyorsun?"
"Yetkiliyle konuşmak istiyorum." Dedim.
Bu sözlerime karşılık adam pis bir şekilde gülmeye başladı. Sararmış dişleri karanlıkta bile belirgindi.
"Yetkiliymiş. Farkındaysan hayali bir kulenin içindesin." Dedi.
Hayali mi? İşte bu kötüydü. O ana kadar normal biri beni kaçırdı sanmıştım. Ama bunun gece savaşçısı olmamla alakalı olduğunu daha yeni anladım. Aptal. Kendimi toparlamalıydım. Güçlü gözükmek zorundaydım ve de güçlü olmak. Mantıklı olmak zorundaydım. Tek bir cümlem beni zincirlerden kurtarabilirdi.
"Beni kaçıran kişiye söyle ne bildiğim varsa anlatacağım."
Pis pis gülüp çenesini sıvazladıktan sonra "Bekle burada." Dedi. Dediğini yapıp beklemeye başladım. Ancak zaman ilerliyordu. Pencereden dışarıya uzanıp dışarıya bakabilseydim. Bu iğrenç yerden kurtulabilecektim. Ancak şu zincirler umudumuda bağlıyordu.
Çok geçmeden elinde anahtarla gelip kilidimi çözmeye başladı. "Kaçmasan iyi edersin küçük hanım!"
Yutkundum. Kaçmayacaktım. Henüz.
Ben önde muhafız arkada loş ışıkta koridor boyunca ilerledik. Burası her nereyse oldukça eski ve pisti. Duvarlar nemliydi. Sıçanlar oradan oraya koşuyordu. Kusmamak için kendimi zor tutuyordum. Koridordan sağa dönünce oldukça şahşahalı bir kapı karşımıza çıktı. Buraya hiç yakışmıyordu bu kapı Muhafızlar emre itaat edip kapıyı açtılar. Karşımda arkasına dönmüş dışarıyı seyreden orta boylarda saçları kulaklarına kadar uzanmıştı. Ancak düzgün bir kesimi vardı.
Adam arkasına dönüp sevecen bir bakış attı. Ne yani beni bu adam mı kaçırmıştı?
"Hoşgeldin gece savaşçısı!" Dedi.
"Sen de kimsin?" Dedim kötü bir bakış fırlatarak. Bir yandanda göz ucuyla dışarı bakmaya çalışıyordum. Şehir ayaklarımızın altında gibiydi. Tek görebildiğim Şirin Kafe'ydi. Bir sokak boyunca ilerlediğinde ve de sağa döndüğünde... Düşüncelerim yarıda kesilmişti.
"Benimle ilgilenirseniz daha iyi olur hanımefendi." Dedi beni kaçıran adam. Bakışlarımı pencereden çekip adamın gözlerine baktım. Gözleri keskin bir yeşildi. Daha çok zümrüt yeşiliydi.
"Ben gece muhafızıyım." Dedi.
"Gece muhafızı mı? Sizde mi benim gibi geceyi koruyorsunuz?"
"Elbette. Ben her daim gecenin var olması için savaşıyorum!" Dedi. Bu hiç iyi değildi. Çünkü gece savaşçısının görevi geceyi daim yapmak isteyenlerden korumaktı. Düşmanımla karşı karşıyaydım.
Yutkundum. "Benden ne istiyorsun?" Dedim.
"Ne mi istiyorum?" Bir kahkaha patlattı.
Kaşlarımı çatmış ona bakıyordum. Deli gibi davranıyordu.
Birden ciddileşerek bakışlarını bana yöneltti. "Tabi ki de bizim tarafımıza geçmeni öneriyorum. Yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim." Diye kükredi.
Nabzım hızlanmıştı. Başım dönüyordu. Hayır ne pahasına olursa olsun bayılmayacaktım. En azından onun karşısında ama yüzümden kanımın çekildiğini hissediyordum.
"Dediklerinizi yapmazsam ne yaparsın?" Dedim güçlü bir sesle. Ya da öyle bir ses olmasını umuyordum.
Yamuk bir gülüş fırlattıktan sonra "Sahip olduklarının değerini anlarsın" dedi. Donakalmıştım. Beni tehdit ediyordu.
"Muhafızlar! Şunu zindana geri götürün."
"Ha-hayır bir saniye bekle."
Muhafız kolumu rahat bırakmıştı.
"Sana yardım etmem için karşılığını bu şekilde mi ödeyeceksin?" Dedim. Gözlerim dolmuştu. Kırptığım an gözyaşım gözümden düşecekti. O yüzden sadece donuk bir şekilde baktım. Beni süzdükten sonra,
"Zindanda kalıcaksın. Ancak zincirsiz bir şekilde kalabilirsin." Dedi. Beklediğim buydu işte. Ama suratım öyle olmamalıydı. Pis bir bakış fırlattıktan sonra arkamı döndüm ve gözyaşım düştü.

"Eğer birazcık aklın varsa kaçmaya cürret etmezsin. Sana bu kadar tolerans gösterdiğine şükretmelisin." Diyip beni içeri fırlattı. Güçsüz düşmüştüm. Kapıya 3 kere kilit vurduktan uzaklaştığını ayak seslerinden anlıyordum. Pencere oldukça üstteydi. Hem pencereye çıksam bile aşağıya atlayamazdım. Kesin ölürdüm. Çareyi uyumakta buldum.

"Mert?" Sesim soğuk boşlukta yankılanıyordu. Nihayet ses verdi.
"Eylül? Nasılsın? Bir şeyler bulabildin mi?"dedi.
Acele bir şekilde "Şirin kafe'den dümdüz ilerle. Sağa döndükten sonra büyük ihtimalle bir arazi göreceksin orada hayali bir şato varmış. Göremeyebilirsin. O yüzden Ege'yi de yanına al." Diyerek bitirdim. Acele söylemiştim ama bu yerden kurtulmayı öyle çok istiyordum ki...
"Sana kötü davranıyor mu?" Diye sordu.
"Bu önemli değil. Beni bulun yeter." Dedim.
"O adamı bulduğunda onu öldüreceğim." Kelimeler ağzından kinle dökülüyordu.
"Ben iyiyim planınızdan beni de haberdar edin."
"Aaahh" diye bağırdım.
"Eylül? Noluyor?"
"Sanırım beni uyandırmaya çalışıyorlar. Geri döneceğim."
"Seni bekliyor olacağım."
Gözlerimi açtığımda muhafız karnıma bir tekme daha attı. Gözkapaklarım açıldığında
"Prenses uykusundan uyandı mı acaba?" Diyip bağırmaya başladı. Zaman zaman ağzındaki tükürükler suratıma geliyordu.
"Kalk! Hakan seni bekliyor." Dedi.
Demek ismi Hakan'dı. Yalpalanarak ayağa kalktım. Biraz daha hızlı olabilmem için beni itelemeye başladı. Tek bir dayanma gücüm vardı. O da Mert'ti. "Seni bekliyor olacağım." Demeseydi eğer bu kadar şeyi çekmezdim. Baygın bakışlarım Hakan'ı buldu. Benden yaşça baya büyüktü ama ona saygı ifadelerini kullanmazdım. Asla!

"Düşündün mü?"dedi.
Gülümsedim. Ve yüzünü inceledim. Umut bulmuştu.
"Senin pis işlerine ortak olmaktansa ölürüm daha iyi!" Dedim düşmanca. Yüzündeki umut yok olmuştu. Yerini karanlık bakışlar almıştı. Korkunç gözüküyordu. Ama bu halimle benim daha korkunç gözüktüğümden emindim.
"Götürün şunu. Yemekte vermeyin. Aç kalsında aklı başına gelsin."
Etrafıma baktığımda muhafızların çoğu yoktu. Bir kişi Hakan'ın yanında diğeride benim yanımdaydı. Beni tekrar sürüklemeye başladı. Kapı kapandığında dirseğimle önce karnına sonra yüzüne sertçe vurdum. Yüksek sesle inlemeye başladı. Son aşama tekme savurup kaçmaya başladım. Nereye gideceğimi bilmiyordum. O yüzden koridoru boylu boyunca takip ettim. Merdivenlerle aşağı indiğimde karşımda devasa bir kapı duruyordu. Çok güçte olsa kapıyı açtım. Dışarıya açılıyordu. Ancak arkamdan muhafızların ve Hakan'ın sesi geldiği için yan tarafımda duran kapıyı açtım. İçeri karanlıktı.
"Seni işe yaramaz!" Diye kükrüyordu. Büyük ihtimal yanımdaki muhafıza bağırıyordu. Kapıya kulağımı dayamış onları dinliyordum.
"Efendim kaçmış olmalı. Kapı açık."dedi bir ses.
"O zaman peşinden gidin. Fazla kaçmış olamaz seni budala. Gerekirse tüm askerlerimi yollar o kızı bulurum. Benden kolay kaçamaz!" Dedi Hakan.

Artık gerisi sessizlikti. Büyük ihtimal hepsi dışarı çıkmıştı. Ancak dinlenmem gerekiyordu. Ve de yemek yemeliydim. Duvarı yokladıktan sonra lambayı buldum. Açar açmaz gözledime inanamadım. Besin deposunda olmalıydım. Çeşit çeşit meyveler, sebzeler ve daha fazlası. Hiç beklemeden elime bir elma aldım.

Oldukça yemiştim enerjimi topladıktan sonra çuvalları biraz daha öne ittikten sonra en arkaya geçerek üstüme bir örtü aldım. Uyumalıydım. Mert'le görüşmeliydim. Kendimi derin uykuya bıraktım. Bazen burdan kurtulmak için mi yoksa Mert'i görebilmek için mi uyuduğumu düşünmüyor değilim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 23, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

TesadüfHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin