Geceleyin başladığım film maratonu güneş doğduğunda anca bitmişti.
Dün tam 16 saat boyunca uyuduğum için gözüme gram uyku girmeyince ben de çözümü sürekli listemde tuttuğum filmleri sırayla izlemekte buldum, gerçekten de iyi gelmişti.
Gerçi sınav senem olduğunu göz önünde bulundurursak sanırım ders çalışmam bana daha büyük bir katkı sağlayacaktı ama... Neyse bir günden bir şey olmaz, denemelerim gayet güzel gidiyor şu an. Pilot olmaya adım adım yaklaşıyorum. Bekle beni Eskişehir!
Düşüncelerimden sıyrılıp bilgisayarımı kapattıktan sonra kendime gelmeye çalışırken içeriden annemin alarm sesi duyuldu. Bir an kendime inanamadım, bu kadar çok oturdum mu ben ya...
Hemen kalktım, önüme düşmesin diye kaküllerimi tokayla saçıma sabitledim. Hızlıca bir topuz yapıp banyoda işlerimi hallettim. Bu sırada annem alacaklarını almış, yıllardır çalıştığı psikiyatri kliniğine her sabah gördüğüm mutluluğuyla gitmeye hazırlanıyordu.
Eskiden babamla bana karşı da böyle mutlulukla bakardı gözleri. O hastalarına, biz de ona şifa olurduk. Askeriyeden gelen her görev çağrısına birlikte somurtur ve babamın gitmemesi için türlü planlar kurardık ama hiçbirini gerçekleştiremezdik. Sonuçta vatan göreviydi bu, bizi ve milletimizi koruması gerekiyordu. Bize asırlar gibi gelen görevini layığıyla yerine getirdikten sonra da ansızın gelen kapı ziliyle siyah-beyaz olan hayatımız bir anda rengarenk haline geri dönerdi.
Annem için hayat yalnızca babamdan, yani aşkından ibaretti. Babam içinse hayat benden ve annemden, yani ailemizden ibaretti. Annemin bu konuda düşündüklerini içten içe hissediyordum ama pek önemsemiyordum açıkçası çünkü babamın ilgisi ve sevgisi bana fazlasıyla yetiyordu, zaten annemin bana karşı hiç de kötü bir şey yapmışlığı yoktu.
O zamanları hatırladıkça bazen keşke biri bana bu huzurlu hayatımıza kara bulutlar ineceğini önceden haber verebilseydi diyorum. O zaman belki de bu kadar kırılmaz ve hayata karşı kendimi hazırlayabilirdim.
Gözlerim kehribar renginde olduğu için babam kendine kehribar taşından bir kolye yaptırmıştı. Hiçbir zaman boynundan çıkarmıyor ve o kolyeyi neden sürekli taktığını sorduğumuzda da görevdeyken ondan güç aldığını söylüyordu.
Beni, bizi, ailemizi hatırlatıyormuş.
Bir gün yine hiç beklemediğimiz bir anda kapı zili çaldı. Tabikide babamın geldiğini düşündük. Annemle beraber gözlerimizin içi parlayarak kapıya koştuk. Kapıda boynuna atlamayı beklediğim babam yerine yüzü bembeyaz olmuş asker abiyi gördüğümüzde gözlerimizin parlaklığı hemen söndü. Annem durumu anlamış gibiydi, gözleri dolmaya başladı. Bense 9 yaşındayken biraz safoz olduğum için hiçbir şey anlamamıştım tabi.
Ta ki o cümleyi söyleyene kadar.
"Başınız sağolsun."
Söylediği cümle kafamda yankılanmaya başladı. Annemin neden gözlerinin dolduğunu anlamıştım. Duyduğum şeyin şokuyla öylece bakakaldım asker abinin suratına. Algım kapanmıştı sanki.
Ben daha şokumu atlatamamışken yavaşça avucundaki kolyeyi uzattı.
"Son anlarında İzel diye sayıklayıp durdu. Bu kolyeyi ona götürmemi ve ailesini çok sevdiğini söyledi, başka hiçbir şeyini kurtaramadık. Çok üzgünüm."
Yıkılmıştık. Tam anlamıyla dağıldığımızı annemin kendi derdine yanıp beni hiç düşünmemesinden anlamalıydım tabi.
Ben küçük yaşta yetim kalmama rağmen her gün anneme destek olmaya çalıştım, cenazede sırf bir de bana üzülmesin diye ağlamamak için direndim. Kâbuslar gördüğüm gecelerde rahatça uyuyabilmesi için hiç ses çıkarmadım. Her sabah neşeli olmak için uğraşan sesimle 'günaydın' demeyi eksik etmedim, küçük bir çocuğun hazırlayabildiği düzeyde saray kahvaltıları hazırladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUT IŞIĞI | GERÇEK AİLEM
General FictionHayatımın 8 yıl önce bittiğini düşünüyordum. Ondan geriye yalnızca hayallerim, kolyem ve kırılan kalbim kalmıştı. Hiçbir çıkış yolu yoktu. Tünelde öylece kalakalmıştım. Ta ki o güne kadar. Gerçekler su yüzüne çıktığında zedelenen kalbimi onarabilec...