Çalı Kuşu

156 15 15
                                    

Bring me to life
Call my name and save me from the dark...

(Kendim için yazdığım bir şiir, yani beni konu alıyor.)

Bir kız doğdu Mayıs'ın 19'unda.
Tam sevdiği mevsimde, ilkbaharın ortasında
Hastanede o gün doğan tek çocuktu.
Bir kucağı anca dolduruyordu, küçücüktü.
Sarı lüle lüle saçları, gözleri safirden gökyüzüydü.
Ağladığında koyulaşır, inci taneleri dökülürdü.
Mutlu olduğunda ise bir pamuk şekere dönüşürdü.
Annesi onu çok zor büyütmüştü.
İnatçıydı, dediği olana dek susmazdı.
Bir o kadar da uslu, annesinin sözünden çıkmazdı.
Ailesi onu tam kararında sevmişti.
Şımartılmak neymiş hiç bilmezdi.
Bilinçli bir çocuğu şımartmak zaten gereksizdi.

Daha yolun başı, zorluklar yüzünü göstermemişti.
Sıradan bildiği hayatı aslında hiç sıradan değildi.
Neydi diğerlerinden eksiği?
Aile, sevgi, para, başarı...
Hepsine tek tek ulaşmıştı.
Sonrasında bir gerçeğin farkıyla uyandı.
Kimseden eksiği yoktu aksine
Hepsinden katbekat fazlaydı.
Hayatında normal olmayan biri vardı.
Onunla büyümüş, ona alışmıştı.

İnsanları iyi gözlemlerdi.
Bildiğini söyler, bilmediğine karışmazdı.
Büyümüş de küçülmüş derler ya hani
O büyük insanların sahip olamadığı empatiyi
Küçük bünyesinde çoktan bulundurmaya başlamıştı.

İlk taşındıklarında beş yaşındaydı.
Karakterinin burada şekilleneceğini bilmiyordu.
Bütün güzel anılarını ve travmalarını sekiz seneye sığdırmıştı.
Yanlarındaki evde canavar bir aile yaşıyordu.
İlk tokatını onun oğlundan yemişti, iyi hatırlıyordu.
Oysaki hiçbir suçu yoktu, hep masumdu.
Yüzü aklından gitmiyor, kimi ona benzetse korkuyordu.

Daha o zamanlar belliydi.
Sessiz, ürkek bir çalı kuşuydu.
Kanatları kırılmamıştı ama yaralarla doluydu.
Bu yüzden uçmaya da pek cesareti yoktu.
Hayatın tüm kötülüklerine inat
Küçük kız yine de çok mutluydu.
Hiç ağlamaz, mutlu olmanın yolunu bulurdu.

O ne annesinin ne de babasının kızıydı.
Kendi saltanatını kurmuş, sultanı yegâhını
Yaralı kanatlarını sarmış, üstünü cilalamıştı.
Artık eskisinden de güzel, fark edilen pırıltısıydı.
Takmıştı başına tâcını, göz alıcı mor frezyalarını
(mor frezya güzelliği ve krallığı sembolize eder)

Yıkılmaz kalesinin tüm kapılarında
Güçlü gardiyanlar bulunurdu.
Tâ ki geldi bir anda
Yolunu kaybetmiş, sersem ateş böceği
Eritti çalı kuşunun sıcak ama buzdan kalbini
Kalenin kilitli ve kanla mühürlenmiş yerini
Lodos rüzgarları güneyden vurduğunda
Takvimler 13 Kasım'da, gecenin bir yarısında
Sabaha kadar onu sevdiğini söylüyordu.
Karanlıktan korkan o karanlıklar lordu

Oysaki geldiği ilk günden
Vurmuştu çalı kuşunun yüreğini tam on ikiden
Biliyordu, kararsızdı ve biraz çekingen
Ama çok istiyordu ateş böceğini
Kabul etti tüm tecrübesizliğine rağmen

Felaketler bindi tepelerine alelacele
Üstesinden gelmek zordu epeyce
Fakat hiç korkup geri durur mu?
Yine ve yine onun yanında oldu.
Çıkıldıkça birer birer basamaklar
Dertlerle çevrili örülü tüm duvarlar
Hangi araya yönelsek nafile
Bakın, her yerde çıkmaz sokak var.

Kalenin tepesi, zirveye vardıklarında
Bulutların da ötesi
Dünya ayaklarının altında
Kaleden aşağı itildi
Savruldu dört bir yana külleri
Yok ettin sen geriye kalan izleri
İstediğin oldu mu?
Mutlu musun şimdi?
Artık zümrüdüanka gibi
Küllerinden doğmalı vücudu
Kaçma, söyle bana
Cinayetin kurbanı var da
Kefareti yok muydu?

Ruhumdan Notalar Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin