22 Ağustos 1864, Pazartesi günü
"Defly! Uyan artık!" Diyerek odama girdi annem. Her giriş çıkışında tekrar uyuyordum. "Hala hazır değil misin sen!"
Değildim. Asla hazır olmayacaktım. Zarafet ile ilgili bir kursa zorla götürdükleri kıza baksalar yanlarına almazlardı! Yaklaşık üç saattir annemin odama girip zorla giydirdiği mavi elbiseme baktım aynadan. Uyumlu görünüyordum. Ama mavi saçlar mavi gözler ve mavi elbise fazla mavi değil miydi? Bi insanın saçları nasıl doğuştan mavi olabilirdi aklım almıyordu. Gözlerimin de parlak, canlı bir mavi olması da cabası... çoğu kez cadı olduğum düşünüldü. Sağolsunlar, cadıları da pek severler!
"Deflasiel Garcia! Derhal yanımda olmazsan başın çok büyük belaya girecek!"
Annemin bilmem kaçıncı kez bağırıp beni çağırması üzerine ayaklarımı sürüyerek odamdan çıktım. Gerçekten, korseli ve yetişkin kadınlar için tasarlanmış bu elbiseleri giymek zorunda mıydım? Zayıf görünmeye çalışırken nefes alamayıp ölmek üzereydim.
"Tanrıya şükür gelebildin defly."
"Korsemin içerisinde ölmek üzere olmasam daha etken gelebilirdim anne."
"Ah, korseni fazla mı sıktım? Gel biraz açayım ama fazla değil! Faytona yetişmemiz gerek. Bayan maria bizi faytonlarına konuk etmeyi kabul etti. Lütfen onlara karşı kibar ol." Dedi annem korsemi biraz gevşetip tekrar bağlarken.
"Tanrım, yürüyerek gelsem olmaz mı? Faytonlardan nefret ediyorum!"
"Bir ay sürecek kurs boyunca yürüyeceksen sen bilirsin küçük hanım!"
"İyi, tamam. Sanırım geldiler." Dedim dışarıdan gelen toynak sesleriyle.
Annemle birlikte faytona bindiğimizde bayan maria bizi içten bir gülümseme ile karşıladı. Bayan maria annemin ilkokul arkadaşıydı. İkisi de ilkokuldan sonra okumamış ve ortaokulu bitirmeleri gereken yaşlarda evlenmişlerdi. Bayan maria çok iyi biriydi. Böğürtlenli turta konusunda annem bile onun eline su dökemezdi. Ancak malesef ki bayan maria'nın çocukları ile aram o kadar da iyi değildi. Kızı Bella kendini beğenmiş ve ukala kelimelerinin tanımı olacak cinstendi. Oğullarını saymıyorum bile! Üç oğlu vardı. En küçük olan, Jhon, son derece yaramaz ve edepsiz bir çocuktu. Henüz beş yaşındaki bir çocuğa göre bildiği ve dilinden düşürmediği küfürler o kadar ağırdı ki! Ortanca oğulları, Mike, sanırım en sevdiğim çocuklarıydı. Benden iki yaş küçük olmasına karşın son derece olgun ve içe dönüktü. Genelde kimselere görünmezdi ama kimi zaman kırda, elinde bir kitapla dünyadan tamamen uzaklaşmış halde yakaladım onu. Sanırım oldukça bilgili oluşunu da kitaplara bağlayabilirdim. Ve büyük oğulları, Raphael, kesinlikle en sinir bozucu olandı! Aslında onunla bir derdim yoktu. Ta ki onu benden bile küçük bir kızı rahatsız ettiğini görene kadar. O gün o kızı korumak için hiçbir şeyi umursamadan kavga etmiştim onunla. O günden sonra bi huzur vermedi bana.
Bayan Maria'nın kızı Bella ben faytona bindiğim an bakışlarıyla beni süzüp kikirdemeye başladı.
"Madam, alınmayın ama bu mavi saçlı papağanı neden getiriyorsunuz ki?"
"Senden daha güzel bir kalbe sahip olduğu için olabilir mi, Bella! Gelmeden önce anlaştık sanıyordum. İstediğin elbiseyi diktirmeyeceğime emin olabilirsin!" Bayan Maria'nın sesiyle birlikte öfkeli bakışları da, Bella'yı yol boyunca sessiz tutmaya yetti.
Minik kasabamızdan yarım saat uzakta bir tren istasyonu vardı. Oraya kadar faytonla gittikten sonra trene binip 4 gün sürecek fazlasıyla uzun bir yolculuğa çıkacaktık. Hayatımda ilk kez trene binecektim, heyecanlıydım. Fakat ailemden o kadar uzak kalmak ve bu demir yığınıyla uzaklara gitmek beni ürkütüyordu. Adını bile telaffuz edemediğim o büyük şehire "kadınlar için 205 zerafet kuralını" öğrenmek için gitmem tam bir saçmalıktı!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMSÜZLER: 4 BÜYÜK ELEMENT
Viễn tưởng"Pekala... Az önce yaptığınızın adı "Aqua telekinesis". Ve evet siz bir cadı değilsiniz. Siz bir ÖLÜMSÜZSÜNÜZ." Ne diyor bu adam? Neler oluyor? Anlamıyorum... "Anlayamıyorum! Siz nereden biliyorsunuz? Kimsiniz?" "Açıklamama izin ver küçüğüm... ...