Etrafımı saran arabaların birini elimdeki bombayı fırlatarak patlattığımda dikkatlerin bir kısmı oraya yöneldi. Belimdeki iki tabancayı çıkartıp üstüme gelen ajanları vururken bulduğum ilk boşlukta arabalardan birinin üstünden atlayıp ara sokağa ilerledim.
Hızla koşarken peşimden gelen süper asker oldukça tanıdıktı. Kısa bir an arkamı dönmüş, tabancamı ona doğrultup demir olmayan kolunu vurmuştum. O anlık acıyla kısa bir an duraklarken sokaktaki bir motorcuyu fark ettim.
Adamın yanına gidim silahımı gösterdiğimde motor artık benimdi.
Hızla binerek yine hızla oradan uzaklaşırken kolumu sıyıran mermiyle bir küfür savurdum. "Siktiğimin! Ugh!" Önüme çıkan bir Shield arabasıyla durmak yerine daha da hızlanıp arabanın bıraktığı ufak boşluktan geçtim.
Mermilere hedef olmamak için sürekli yolumu değiştirmiş sokağın sonundaysa motoru bırakıp hızla bir mağazaya girdim. Üstümdeki deri ceketi çıkartıp siyah badimin üstüne -üstümdeki silahları saklayacak kadar bol olan- pembe bir ceket geçidim.
At kuyruğu topladığım saçlarımı açıp beyaz bir bere geçirdim, siyah bir gözlük takıp yüzümdeki deri maskeyi çıkartıp çıkışa ilerledim. Ve evet bütün bunlar sadece bir dakikamı almıştı. Ve evet silahı gören herkes can korkusuyla sessiz kalıyordu.
Sakin bir tavırla ellerimi ceplerime koyarak mağazadan çıktığımda sokaktan geçen Shield aracındaki ajanlar bana dikkat etmemişti bile.
Ceketin rengi ilgi çekici gelmedi sanırım... Alındım.
Sokağı hızlı adımlarla geçtikten sonra koşmaya başladım. Bir yerden sonra sırayla ceketi ve şapkayı çıkartıp yere attım. Takip edilmek böyle daha zordu. Nihayet buluşma alanına geldiğimde geniş araca bindim. Ön tarafta iki kişi, arka tarafta da iki kişi vardı. Yan yana oturan iki adamın karşısına onlarla yüz yüze gelecek şekilde oturduğumda bakışlarımı arabanın içindeki kameralarda gezdirdim.
Herkes kontrol meraklısı birer piç kurusuydu.
Araç ilerlemeye başladığında karşımda oturan adam sordu. "Görev nasıldı asker?" Boş gözlerle karşımdaki adama baktım. "Sana bir soru sordum!"
Yükseldiğinde boğazına bir bıçak dayamıştım. "Anlaştık sanıyordum bebeğim?" diye fısıldadığımda sesimde gram duygu olmaması beni korkutucu kılan şeydi.
Benimle neredeyse eş zamanlı olarak silahlarını doğrultan arabadaki iki askerin farkındaydım elbette ama beni öldürmeyeceklerinin de farkındaydım.
Veya öldüremeyeceklerinin.
"Silahlarınızı indirin aptallar!" diye gürleyen adamla silahlarını indirdi iki salak.
Bense hala karşımdaki adamın boynuna bıçağımı bastırıyordum. Başımı omzuma eğdim. "Hala bir yanıt alamadım Red?" Hala daha Shield ajanlarına olan sinirim yerindeydi ve ben bunu elbette birinden çıkaracaktım...
"Anlaştık tabii ki. Şaka yaptığımı biliyorsun-" Cümlesi tamamlanır tamamlanmaz cebimdeki silahı çekip yanında oturan adamın alnına sıktım. Biraz kafası dağılmış oldu fena mı?
Bıçağımı Red'in boğazından çekip botuma yerleştirdim, tabancamı da silah cebime geri koydum. "Kafana her estiğinde adam öldüremezsin." Diye uyaran adamla kaşlarımı kaldırdım.
"Öyle miymiş? Engellesene beni." Sesime biraz alay tonu katmaya çalışsam da yıllardır bu saçma duygulara sahip değildim.
"JG, ilaçlarını alıyorsun değil mi?"
Gözlerimi devirdim ve bakışlarımı cama çevirdim. "Hiçbir boka yaramayan haplardan mı bahsediyorsun? Her sabah."
O ilaçlardan kesinlikle nefret ediyordum. Hastalığıma bir faydası olduğunu da düşünmüyordum ama içmem konusunda oldukça katı davrandıklarından buna mecburdum. Ayrıca ben hastalığımla mutluydum.
Öfke hastalığım vardı. Bu benim umrumda olmasa da etrafımdaki insanlar bundan fazlasıyla nasibini alıyordu. Ayrıca ilaçlar gerçekten de bir boka yaramıyor.
"O zaman konuya dönelim. Görev nasıldı?" Diye sorduğunda dışarıyı izlemeye devam ettim. "Sana anlatmak için bir zorunluluğum yok, bununla sen ilgilenmiyorsun. Ben sadece beni ilgilendiren kişiye hesap veririm."
Red'in sinirle iç çektiğini duysam da tek kelime etmedim. Zihnim her zamanki gibi yeterince doluydu ve... Ugh! Kış askerini tekrar görmüştüm. Bundan önceki üç görevimde de peşimde olduğundan hakkındda bilgi edinmiştim. Nasıl olduğunu bilmesem de bir zamanlar Hydra'da bir asker olduğunu biliyordum. Ve sonra bir Avenger olduğunu.
Saatler süren yolculuk sonunda üsse gelmiştik. Yanımdaki ajanlar eşliğinde Morris'in odasına girdiğimde kapıyı çalma gereği duymamıştım. Masada oturan ve hologramda biriyle görüşen adam aceleyle aramayı kapattığında şüphelensem de hepsi boşaydı. Ben sadece bana verilen görevi yapar, insanları öldürür, istenilen teslimatları yapardım. Geri kalan hiçbir işe karışmama izin yoktu.
"Görgü kuralları!" diye sinirle bağıran adamı umursamadan masaya yaklaşıp botuma sıkıştırdığım flash belleği çıkardım ve sakince masaya bıraktım. "Küçükken bana görgü kurallarını ve terbiyeyi değil silah kullanmayı öğrettiler efendim. Kusura bakmayın."
Morris flashı alıp inceledikten sonra bilgisayara taktı. Onun onayını beklerken bilgisayara bakan gözleri parladığında başarılı olduğumu anlamıştım zaten.
"Görev başarılı Jessica." dediğinde dışarıya yöneltmek için beklediğim adımlarım duraksadı.
Kahverengi gözlerimi Morris'e diktim. "Bana sadece yakınlarım ismimle seslenir bay Morris. Gotham veya JG diyebilirsiniz."
"Resmiyetine bayılıyorum." dedi yüzündeki o iğrenç gülümsemeyle.
Samimi olmayan bir gülümsemeyle konuştum. "Ve ben de adam öldürmeye bayılıyorum. Bir dahaki göreve kadar odamda olacağım..." Sanki başka seçeneğim varmış gibi...
Başını salladığında koridora çıktım. Peşimden gelen ajanlarla birlikte odama geldiğimde ben içeri girer girmez kapı arkamdan kilitlendi. Çalışma masama ilerleyip sandalyeme oturdum ve kolumdaki yarayı çekmecemden aldığım ilk yardım kitimdeki malzemelerle kendimce temizleyip sardım.
*
AYLAR SONRA
Başımdaki dayanılmaz çınlama sesiyle dizlerim üstüne çöküp ellerimi kulaklarıma kapattım. Ayarladığım gibi önümdeki koca devlet binası patlarken ben üstüme gelen tozdan bile kaçamayacak durumdaydım. Birazdan etrafı Shield ajanları saracaktı ama ben burada dizlerim üstüne çökmüş oturuyordum.
Kulaklarımdaki ellerim, başımdaki dayanılmaz çınlama, titreyen vücudum, düzgün nefes almamı engelleyen maske, gözlerim kapalı olmasına rağmen etrafım dönüyor gibi hissetmem... Sanırım herkesin dilinden düşmeyen Tanrı sonunda belamı vermişti.
Kolum ve ensemdeki iğne batması gibi ağrılardan sonra da bilincimi kaybetmiştim zaten.
*
SELAMMM
Yine ben ve yine bir fanfiction
Ama bu sefer hiç kurgusunu yazmadığım biri için yazıyorum bunu... Şu sıralar Barnes'e biraz takıntılı hale geldim ve hiç istediğim gibi fan kurguları yok. Ya konusu sadece +18 olan ya da ana karakter fazla gelişmemiş oluyor. Kurgu öneriniz varsa yazabilirsiniz bu arada.
Ayrıca diğer kitaptaki ana karakter ve Bucky çok uyuyordu bence ya... neyse. İçimde kalacağına kitaplığımda kalsın dedim işte.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİGHTMARE~BUCKY BARNES
FanfictionNeden bir Bucky kurgusu yazmıyorum ki? diyerek yazmaya başladığım bir kurgu oluyor bu. Mantık hataları falan olursa, haftalarca bölüm atmayıp günde üç beş bölüm birden atarsam falan görmezden gelin(okul açılcak -_-)