Gün 9,5 Boğulmak
Aleki dün Suzan'a gösterdiği kırmızı elbiseyi giyecekti. Duş aldı. Saçını düzleştirdi. Yatağının üstüne serdiği kırmızı elbisesini aldı ve siyah kilotlu çorabını giydikten sonra elbisesini giydi. Hemen yan binaya gideceği için acele etmiyordu fakat heyecanlanmıştı. İçinden ne olacak acaba diye geçiriyordu. Ailesi evde değildi o yüzden mini bir dizi açıp ilk bölümüne başlayabilirdi. Salona geçip televizyonu açtı. Netflix'ten mini dizilere bakarken hastanede yaşayan arkadaşların yaşadığı bir dizi olay ilgisini çekti. Mutfakta su kaynarken zamanın kaynayan su gibi buharlaştığı hissedilmiyordu. Telefonu sessizde olduğu için Suzan'ın çağrılarına cevap veremedi. Suzan cevapsız kaldı hiç soru soramadığı halde. Selim'in pek de umurunda olmadı. Sonuçta eksik bir kişi daha büyük pasta payı demekti. Aleki mini dizisi bitince kırmızı elbiseyle bu şekilde salonda yaylanmasını utanç verici buldu. Geç kaldı. Geç kalmaktan ne kadar da çok nefret ediyordu. Suzan onu beş kez aramıştı. Selim'den de bir cevapsız çağrı vardı. Hediye paketini aldığı gibi fırladı. Merdivenin on altıncı basamağında bir şey görmedi veya araba farları onu izlemiyordu. Sanki bu mahalleden geçen kimse yokmuş gibi çok sessizdi. Aleki'nin gürültüsü kendi kulaklarında yankılanıyordu ama hızlı olmalıydı. Geç kalmıştı. 2 dakikada Selimlerin kapısını çaldı. Nefes nefeseydi. Kapıyı otobüs durağındaki beyaz montlu keko çocuk açmıştı. İlk baktığında Aleki tanıyamadı, yanlış eve geldiğini düşündü, kapı numarasını kontrol etti ve "Selim'in sürpriz partisi?". Aleki'nin sesini duyan Selim geldi. Selim gelen misafirini suçlar gözlerle ağırladı. Aleki kendini suçlu hissetti. Atkısını çıkartıp içeri girdi. Parti beklediği kadar kalabalık değildi. Aleki geç kalmak dışında yanlış zamanda da gelmişti. Suzan sanki Selim'in sakladığı şeyleri öğrenmiş, yıllardır sevdiği ve tandığı kişiden bu kadar uzak kalmıştı. Aslında bir yıldı nerdeyse. Bir yıldır tanıdığı Selim, Suzan'ı neyle şaşırtmıştı da Suzan duvara toslamıştı. Beyaz montlu keko çocuk Aleki'ye bir dilim pasta getirmişti, üstünde "iyi ki doğdun Selim!" yazan, üç katlı ganajında küçük parçacıklı çikolataları olan ve Suzan'ın kursağında kalan pastadan. Aleki teşekkür ederek pastayı reddetti. Suzan'ın yanına giderek ne oldu demek istedi. Suzan bu erkeklerin arasında kendisini tek başına bıraktığı için önce suçladı, sonra da Aleki'yi bir kurtarıcı olarak gördü. Onu bu erkeklerin arasından kurtarmaya gelmişti. Suzan:
-Nerede kaldın, dedi. Aleki unuttuğunu nasıl söyleyeceğini bilemedi ama unutmuştu. Bir hafta önce Cuma günü gördüğü rüyayı unutması gibiydi. Bahane üretmek isteyerek ağzını açtı ama Suzan'ın"Götür beni buradan, lütfen?" çağrısı Alekiyi durdurdu. Suzan'ın kendi ayakları yok muydu diye düşündü. Kendin git demek istemiyordu, ondan yardım isteyen birini nasıl terk edebilirdi bilmiyordu, daha önce kimse onunla beraber bir yere gitmek istememişti. Aleki Suzan için kimdi, niçin Selim'den değil de Aleki'den onu götürmesini istiyordu. Aleki gidecekleri yeri biliyor muydu? Olasılıkları düşünüp Suzan'ı bekletmeli miydi, ya da sakince karşılık verip ben burdayım mı demeliydi? Aleki bilmiyordu. Zil çalarken hala sınav kağıdına bir şeyler yazan bir öğrenci gibi hissetti. Sonra şu anki durumunu açıklayacak daha önce yaşadığı olaylar silsilesini düşündü. Bu aralar şans eseri hiç bilemediği sorularla karşılaşıyordu. Hayır, ona soru sorulmuyordu; o karşılık olarak bir cevap düşünüyordu. Daha fazla düşünmeyerek Suzan'ın elini tuttu ve diğer elindeki hediyeyi koltuğa bıraktı. Suzan'la kapıya kadar geldiler. Suzan yapamayacaktı. Eğer Alekiyle giderse bir yıldır yaşadığı hayal dünyasından çıkıp gerçek dünyaya adım atacaktı. Şimdi gidip Selim'in boynuna sarılmak vardı, sonra da beraber kahve içerlerdi. Selim kendini acı kahveyi içmeyi zorlardı, Suzan da salep içerdi. Selim sonra kahvesini bırakır, Suzan'ın salebini bitirirdi. Suzan da sinirlenir bağırmaya başlardı. Suzan sinirliydi ama bağırıp çağırmıyordu. Seslenecek kimsesi yoktu artık. İçeri girdiler. Selimden çok uzaklara gitmeyi planlayan Suzan hemen yan binalarında oturan Alekilere gitmişti. Suzan hiçbir şey anlatmıyordu ama Aleki merakından çatlıyordu, "Suzan noldu?". Suzan etrafını incelemeyi bıraktı. Evet, ne olmuştu Suzan'a? Daha dün mutlu mesut gördüğü kıza. Suzan, Selim'in dünyasında açan en güzel çiçekti ve büyük ihtimalle şimdi o çiçek yapraklarını döküyordu. Suzan hiç anlatmak istemeyerek Aleki'nin geç kaldığı o üç saati anlattı:
-Sabah erkenden uyandım, Selim için pankek yaptım, yaptığı şeyden pişmanmışçasına sırıttı, Selim'i aradım. Selim telefonda bir garipti ama doğum günüydü sonuçta, tanıdığım tüm arkadaşlarına haber vermiştim Selimlere gelsin diye. Selim telefonda 'niye arkadaşlarımı arayıp eve çağırıyorsun' dedi. Ben de sürpriz bozulmasın diye çaktırmamaya çalışıyorum. Anlamıştım ya! Neden ya? Ben ne yaptım ona, benim ne suçum vardı? Bir yıldır bana yalan söylemiş. Çok büyük sıkıntıdaymış, söylese yardım ederim, elimden ne geliyorsa yapardım ya! , sesi titremeye ve yavaş yavaş ama sinirle ağlamaya başladı, Selim polis değilmiş. Aleki ''NE?'' diye yerinden kalktı. Şaşırdığı şey Suzanla bir yıldır sevgili olmalarına rağmen Suzan'ın yeni öğrenmesiydi.
-Belki görmüşsündür, beyaz montlu bir çocuk vardı. Montunu çıkartmıyor diye tuhafıma gitmişti, o söyledi bana. Önce anlamadım çünkü sanki ben biliyormuşum gibi konuştu. Neden böyle bir şey yapıyorsun diye bana kızarcasına konuştu. Ben de ona karşı çıkmaya çalışırken Selim geldi. Üçümüz Selim'in odasında, ben ne olduğunu anlamaya çalışırken Selimle o çocuk birden kavga etmeye başladılar. Ama anlamıyorum tabii ben ne olduğunu. Selim'in müşterisiymiş meğer. Biricik müşterisini ele vermek için yapılan bir organizasyon sanmış. Ay tuhaf tuhaf şeyler anlattılar. Odadan tamamen bir yabancı olarak çıktım. Seni aradım, kendimi tuvalete kilitledim. Selim bağırmaya başladı, kapıyı kıracaktı neredeyse çok korktum. Selim sonra söz verdi ama artık verdiği sözlere güvenemiyorum, aklım almıyor ya bir yıldır bir insanı nasıl kandırabiliyor! Tabii diğer arkadaşları olayı anlamadı, Selim'in üstüne yürüdüler. Bağırış çağırış. Kimse tam olarak olayları anlayamıyor. Herkes geldiğine pişman. Ya ağlayarak pastayı kestim böyle bir şey olabilir mi? Aleki gülümsedi, hatta kahkaha atacaktı. Suzan elinin altındaki yastığı fırlattı, gülme ya sinirim bozuk zaten. Aleki:
-Bir yıldır tanıdığın Selim, Selim değil miymiş? Seni niye sevmiş, sen de oyunun bir parçası mısın? Seni mi kullanmış?, Aleki dediklerine inanamıyordu. Kızı kandıran erkeği, kıza savunuyordu. Suzan'ın bir suçu yoktu, sadece Selim'i sevmişti. Ama Selim Suzan'a güvenmemişti.
-Abi anlamıyorum niye söylemiyor, ya hadi anladım söylemezsin, söyleyemezsin, bir ay geçti iki ay geçti, on iki ay geçti ulan! Nasıl on iki ay boyunca beni kandırdı aklım almıyor, nasıl kandım ben?
-Seni önemsediği için yapmış işte, eğer sana söylerse tehlikede olabileceğini düşünmüş. Saklayarak senden işlerini uzak tutmuş sen karışma diye. Bence kızdığı şey bu şekilde öğrenmendi, eminim pişmandır. Arkadaşlarının önünde belki kendini korumaya çalışıyordu, bilmiyorum ama belalı tiplerden olabilirler. Öyleyse de seninle tanıştırmayıp tembihleseymiş.
-Öyle yaptı zaten, ben hiçbirini tanımıyorum. Bir iki kere adlarını duymuşumdur anca. Selim'in telefonundan hepsine mesaj attım acil yarın bana gelin diye, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. "Ben sadece doğum gününde sevdikleriyle beraber doğum gününü kutlasın istedim ya." Aleki Suzan'ı sakinleştirmeye çalıştı. Suzan sadece şu an Selim'e kızgındı. Konuşup aralarında halledebilirlerdi Aleki'ye kalsa. Ve Aleki'ye kalmıştı. Aleki cidden bir şeyler yapmak istedi. Suzan'a kendi kıyafetlerini verdi, dağılan makyajını sildi; sonra da süt ısıttı. Annesi Aleki üzgün olduğu zaman süt ısıtırdı. Şimdi Aleki Suzan üzgün olduğu için süt ısıtıyordu. Aleki'nin annesigil geldi zannettiği kapı çaldı. Heyecanla kapıya gitti, son zamanlarda sürekli bahsettiği kızı annesine tanıştıracaktı. Suzan içeride battaniyenin altında uyuya kalmıştı. Gün boyunca çok yorulmuştu ve uyumaya hakkı vardı, sadece gözlerini de dinlendirebilirdi. Aleki kapı deliğinden baktı fakat hiçbir şey göremedi. "Kim o?", ses gelmedi. Belki de kapının arkasında kimse yoktu, bir kez daha yapmaması gereken tek şeyi yaptı: Kapıyı açtı. Selim karşısında tırnak etlerini yiyerek bekliyordu. "Girebilir miyim?", buyur yaptı eliyle Aleki. Sonuçta bu evde Selim'in konuşması gereken biri vardı. Selim Aleki'ye yaklaştı ve sarıldı. Hiçbir şey demeden. Aleki Selim'e geri sarılmadı. "Suzan içeride uyuyor, uyandırayım istersen", Selim geriye çekildi "Suzan burada mı?". İkisi de mutfakta fokurdayan süte baktılar. Aleki sütü kapatmaya gitti, Selim oracıkta kaldı. İki fayans birleşimi içerisinde yerin dibine girdi. Suzanla her şeyi bitirmeyi karar verip kaçmışken, kaçtığı yerde Suzan'ı bulmuştu. Suzan'ı bulmak istemiyordu artık. Suzandan hoşlanmıştı ama artık dayanamıyordu, katlanamıyordu. Nefret etmek ve etmemek arasında günlük gönül almalar Selim'i bunaltmıştı. Selim hiç yüzemeyeceğini bildiği denize bir yıldır bakıyordu. Selim'in bir işi vardı, üç yıl boyunca sorunsuz ilerletmişti. Selim sadece zekâsını kullanarak buralara kadar gelmişti ama Suzan ona engel oluyordu. Suzanla karşılaşmamak için otobüse bile binmiyordu. Neden katlanıyordu bilmiyordu ama uzun bir süre katlanmıştı. Belki sadece Suzanla birlikte yürümek bile onun için lüks bir şeydi ama Suzan ne kadar çok Selimle olmak istese Selim kaçmaya başlamıştı. Artık Suzan ilgi çekici değildi, sadece aptaldı. Suzan'a bir siniri yoktu, konuşup düzeltmek istediği şeyler de yoktu. Baştan sona Suzan'a bir yıl boyunca nasıl yaklaştığını anlatmayacaktı. Zaten kaybettiği mal onu yeteri kadar strese sokmuştu. Bir de Suzanla uğraşacaktı. Suzan'ı uyandırmaya giden Aleki'yi durdurdu ve "Geldiğimi ve özür dilediğimi ama içeri girmediğimi söyle uyanınca" dedi. Aleki "Neden böyle bir şey yapayım, geldiğini sarıldığını ve onun için çabalamadığını söylemek varken?" Selim sinirlenmedi, "Ya söylersin ya da malı senin aldığın bilgisi ailenin kulağına gidebilir; kızlarının bağımlı olduğunu öğrenmeleri onları çok üzer." Aleki geriye çekildi ve gülümsedi "Üzsün, kendisini polis olarak tanıtan yalancının tekine mi güvenecekler, yoksa kendi öz kızlarına mı?" Aleki sonra karşısındaki kişinin kim olduğunu ve onu kışkırtmaması gerektiğini hatırladı. Demek ki Selim bir işe yarayabilirdi, avucunun içindeyken onu kullanmalıydı. "Suzan için kalmıyorsan benim için kal, Suzan kendisini toparlayana kadar bekle. Buraya Suzan'a dediklerini iletmem için gelmedin değil mi?". Suzan için ısıttığı sütü Selim içti.
Aleki önce Selim'in sarılmasına şaşırdı, sonra Suzan için çabalamamasına. Selim neden böyle garip davranıyordu hiç anlayamadı. Selim'in polis olmadığını geçen hafta saçı hafif seyrek olan adamın "Selim git bak kızın sorunu neymiş?" dedikten sonra, Selim'in olan sorunla ilgilenmemesi ve hayvanat bahçesinde tekrar karşılaşmalarındakiyle aynı kazağı giymesinden anlaşılıyordu. Gerçekten sevgilisini seven bir erkek buluşmadan önce üstünü değiştirir ve kendisini bu kadar överek olaydan bahsetmezdi. Ya da Selim erkeklerin direkt özetiydi. Sevgilisiyle tartıştıktan sonra bir haftadır tanıdığı kızın yanına gitmişti. Ama neden polis olmadığını, emindi ki ilk başlarda hoşlandığı, bu kızdan bu kadar uzun süre saklamıştı. Aleki sıkılmaya başlıyordu, Selim bir şeyler anlatıyordu. Aleki sadece duyuyordu fakat söyledikleri üzerine düşünmek istemiyordu, onun sorunu değildi ve neden dinlemek zorunda olsundu. Selim, belki Aleki dinlese ilgi çekici şeyler anlatıyordu ama neden ona anlatıyordu? İçeride bir yıllık sevgilisi vardı. Aleki yeter diye bağırmak istedi, bir gün içerisinde yeteri kadar iyilik yapmıştı. Kendisini boşuna asılı olan bir avize gibi hissetti. Ampulün gücü ne kadar olursa olsun, avizenin bir işlevi yoktu, sonuçta boyu uzun olan biri hariç kimse avizeyle ilgilenmiyordu. Eğer antikaysa sadece beş dakikalığına antikacı tarafından iyice inceleniyordu. Selim susmuyordu, Selim konuştukça Aleki Selim'e daha çok...Selim'i dinlemek istemiyordu çünkü dinlerse Suzan Aleki'nin gözünde büyüttüğü kadar saf kalmayacaktı. Selim uzun süre sustu ve umarım beni anlamışsındır bakışları attı. O bakışlar neden bu kadar masum gözüküyordu, Aleki neden bu kadar bu masum bakışlardan etkilenmişti bilmiyordu. Selim gitmişti. Suzan da uyanıp her şey için teşekkür ettikten sonra gitmişti. Artık herkes gitmişti. Artık Selim konuşmuyordu. Aleki'nin dinleyecek kimsesi kalmamıştı, o zaman konuşacaktı. Olan her şeyi düşünüp karar verecekti, hangi dünya da filizlenecek bir çiçek olacaktı, ya da filizlenebileceği bir dünya kalmış mıydı? Ya onun bahçesinde filizlenecek çiçekler olsaydı, onları kökünden kurutur muydu? Aleki'nin bahçesi yoktu ya da var mıydı? Arka bahçesinde kuruyup giden çiçekleri hiç olmuş muydu? Aklı karıştı. Bahçe ve kafes arasında bir fark yoktu. İçeri ve dışarısı farklı insanlarla beraber aynıydı. Güneş bir yerde doğuyorsa bir yerde batıyordu. İçeri adım atan zaten dışarıdaydı ve dışarıda olan bir zamanlar içerideydi. Bir kafeste olduğu için mi doğmuştu yoksa bir kafes olduğu için mi? Belki de yüzmeyi bilmeyen Selim için denizdi, dışarıya adım atamayan Suzan için içeriydi. Bir zamanlar yeşil bir tarlayı da içeriyordu. Kendisi için bir hiçlikti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aleki
General FictionBir roman bir hayat değildir. Bir romanın içine sıkışmış gerçek bir benlik var olabilir mi? Kitabın karakteri, yazarın izni olmadan kendine bir kader yazabilir mi? Aleki küçük şeylere büyük anlamlar yüklemeyi seven akıllı bir kızdır. İnsanlarla ile...