Gün 12: Yakıcı ve Yanan

4 0 0
                                    

Gün 12: Yakıcı ve Yanan

Yirmi sekizinci soruyu rüyasında çözerken uyandı. Bir baykuş da çizmişti. Telefonundan rüyada çilek görmek ne anlama gelir diye arattı. Canı çok fazla limonata çekti. Dişlerini fırçaladıktan sonra lavaboya tükürdüğü balgamda beyaz ve fazlaca köpükler vardı. Bu aralar dişlerini sıkmadığı için dişleri çok sızlamıyordu. Selim malın kendisinde olduğunu nasıl biliyordu diye düşündü. Ama malı geri istememişti, belki de dediği gibi halletmişti. Okulda içmek için suyunu uykulu bir şekilde doldurdu. Sıcacık yatağında kalmayı ne kadar çok istiyordu. Kar bile yağmıyordu. Sırasına oturup daha sonra hiçbir şey yapmak istemiyordu. Ararsam hangisi açar diye düşündü ama her ikisinin de hala halletmesi gereken sorunları vardı, veya işleri. Bir gün gitmesem diye düşündü. Kaçıracağı kazanımları nasıl halleceğini de. Neyse dedi. Düşüncelerinin hiçbiri işe yaramıyordu, önemli olan davranışlardı ve Aleki okula gitme sorumluluğunu yerine getirecek davranışlarda bulunuyordu. Evden kulaklığını takarak çıkarken Selim Aleki'nin önünü kesti. "Bugün okula gitme." Dedi. "Tamam," dedi Aleki, bu kadar hızlı kabul etmesini beklemeyen Selim'in karşısında. Selim buraya gelmeden önce Aleki'yi nasıl ikna edeceği hakkında tartışma içermeyen argümanlar hazırlamıştı. Aleki çok hızlı kabul etmişti' doğru kişiyle mi konuşuyorum diye düşündü. Aleki binaya doğru yöneldi, okula gitmeyecekse eve gidiyordu. Selim Aleki'nin önünü tekrardan kesti. "Nereye?" diye kaşlarını çatarak sordu. "Okula değil," dedi Aleki gülümseyerek. Selim de gülümsedi "Gel gidiyoruz."

Aleki nereye gittiklerini merak etmişti. Ailesine haber vermesi gerektiğini düşündü. Ama Selim hızlı adımlar atıyor, Aleki düşünmek için beklediğinde geri kalıyordu. Selim onu izleyen araba farları varmışçasına ürkerek yürüyordu. Alt durağa gidiyorlardı. Genelde Aleki burayı AVM'ye gidecekse kullanırdı, yolun üzerinde hastane de vardı. Bir kere o hastaneye gitmişlerdi... Aleki bu durağa değil de caddedeki durağa daha çok giderdi. Hem ora ayaküstü bir yerdeydi. Okulunun önünden geçen otobüsler vardı. "Nereye gideceğimizi söyleyecek misin artık?" Selim irkildi. Anlaşılan Selim de şu an kendi düşünce âlemindeydi. "Hastaneye," dedi. Aleki durdu, adım atmayı bıraktı, Selim arkasına döndü "Yoksa hastaneden mi korkuyorsun?" dedi. Hastaneden korkuyordu. Hastanede o sıra bekleyen hastalıklı yaşlılar, sürekli gelen bebek sesleri, havadaki o ağır koku, doktorların yargılayıcı bakışları, normal olmayan her şey vardı. Hastaysa sağlık ocağına gidebilirdi. "Korkuyorum, hem sen de korkuyorsun neden gidiyoruz ki?" İkisi de kokuyordu. "Bakmamız gereken biri var." Selim çok soğuktu. Eğlencesi gitmişti ve katı olması gereken bir durumdaydı. Selim'in annesi ölmüştü. Hastaneden kaldırıp mezarlığa götürmek için de bir yakın gerekiyordu. Selim ise yakın olan kişiydi, bu kadar uzakken. Selim beraber ve bir olmaktan uzaktı, kendisi vardı. Kendisini dik, hiç düşünmeyen biri gibi gösteriyordu ve diğer insanları umursamıyordu. Rahatsızlık derecesinde rahattı. Ama neyden pişmanlık duyuyordu? Sanki her gülümsemesinden sonra gelen bir acı vardı. Bu acıyla birdi Selim. Kendi yarasını başka yaralarla örtüyordu. Yarmak, yanmak ve kanamak. Selim kanıyordu. Aleki bilemiyordu. Selim çok üzülmüş olmalıydı, niçin yanında kendisini istiyordu? Selim otobüste cama karşı başparmağıyla çenesini tutarak oturuyordu. Aleki karşısında ona bakıyordu. Selim'i inceliyordu. Selim'in gözleri buğulanmıştı. Aleki dinlese Selim'in çok acıklı bir hikâyesi vardı ama Selim her ağzını açtığı zaman sanki zihninde sirk müziği çalıyordu. Selim kelimelerle değil seslerle anlatıyordu sanki.

Annesinin elini son kez tutan Selim bir şeyler hissetmiş olmalıydı. Ama ne kadar kendini kandırsa da içinden bir şeyler hissetmek gelmiyordu. Sadece ateşi vardı ve hızlı bir şekilde bu işin bitmesini istiyordu. Annesinin artık kullanamayacağı malzemeleri aldı, defin yerine gitmek için belediyeden araba gelmişti. Selim için yorucu ve üzücü bir gündü. Selim'in annesi nasıl bu hale gelmişti diye düşünmüştü Aleki. Tanımadığı bir kadını mezara konulurken izliyordu ve içini kaplayan bu hüzün duygusuyla belki Selim'i daha çok dinlemek istemişti. Evet, belki merak ettiği için soracaktı ama alacağı cevaba da yanıt vermek zorunda kalıyordu. İkili konuşmalarını soru cevap şeklinde ilerletiyordu, "Annene ne oldu, Selim?" Selim cevaplamasa da olurdu çünkü bir an ayıp bir soru sorduğunu düşündü. Selim'in annesine olan olmuştu ve olacakları değerlendirecek kişi Aleki değildi. 

Gün 12 Saat 13.00: Yanan

Selim'in annesi, Selim'in onlu yaşlarından birinde merdivenlerden düşmüş, bacağının eklem yeri çıkmış. Daha sonra da ona bakacak kimse olmadığı için, babası hastanede ona bakacak doktorlar olur diye mantıklı düşündüğünü sanarak kadını öldüresiye dövmüş. Hay demiş Selim, açmış ağzını yummuş gözünü almış eline oklavayı vurmuş kendi bacaklarına. Ama uyandığında bacakları morarmış, annesi uyanamayacağı bir uykuya dalmış. Bilmiyormuş Selim, kendi elinden ve bacaklarından küçücük yaşında utanacak ne yapmış. Abileri azmış, kudurmuş. S​elim nasıl böyle bir şey yapabilirmiş. Hay demiş Selim'in abisi, açmış ağzını savurmuş azgınca sözlerini, sözlerin karşısına çıkan Selim sözlerin gazabına uğramış. Uyandığında bacakları morarmış annesi uyanamayacağı uykuya dalmış. Selim anlamayı azaltmış, kulaklarından giren baharatları harmanlayıp kendi yüreğiyle yoğurmuş. Hay demiş babası senin gibi evladın, almış sadece oklavayı ve Selim yerine annesi kalmış oklavanın altında. Selim'in annesi sonunda uyumuş. Açıkmış Selim'in gözleri, görüyormuş her şeyi. Selim ittirmiş merdivenlerden, git demiş annesine. Selim'in annesi çok uzaklara gitmiş ayakkabılarını giymeden. Hiç kullanılmamış bebek ayakkabıları satılmış. Selim erkek olarak ağlamış. Adam olamamış. Annesi Selim yüzünden ölmüş olmuş. Babası suçsuz olmuyor muymuş? Selim'in annesinin annesi kızını kaça paketlemiş, kaç altın heybeye girmiş, Selim'in annesi nereye gitmiş? Selim'in annesine kötü olmuş.

Gün 12, öğleyi geçen bir vakit

Suzan, Selim'e sarılmaya geldi. Suzan Selim'i kuyusundan çekip toprağı sulamak istedi. Aleki sulanan olmak istedi ama iki göz karşılıklı bakışıyordu ve toprak ayaklarının altında kalıyordu. Suzan'ı çağıran Alekiydi. Suzan koşar adımlarla gelmişti. Selim normal gibiydi. Suzan daha kötü bekliyordu. Ama daha kötü olan Suzandı. Ne yalanlar dinlemişti, ne kadar yutkunmuştu ağlamamak için. Sarmalanması gereken Suzandı. Selim sürekli yalan söylemişti. Ama Selim'in annesi Selim yüzünden iki kez ölmüştü. Suzan Selim'in annesinin memleketlerinde olduğunu biliyordu. Selim hakkında ne biliyordu Suzan? Niçin hiçbir şey bilmiyordu? Nasıl bir yıl boyunca ona sürekli yalan söyleyen ve şu anda tanıdığından emin olmadığı birinin yanında durabiliyordu ve nasıl sevebiliyordu? Suzan buradayım dedi sessizce. Aleki'ye git demek oluyordu bu. Aleki başını yavaşça eğerek gideceğini eliyle işaret edip çamurlu yoldan gitmeye başladı. Selim bir özürle affedilmişti Suzan tarafından. Yalanlarla kapatılan birkaç gerçek daha eklenmişti. Yalnızlıkla açan çiçekler de yanına ekildi. Selim dilini çiğniyordu. Ne zaman canı konuşmak istemese böyle yapardı. O konuşmak istemese de Suzan'ın dinlemesi gereken çok şey vardı. Selim hapşurdu ve çok yaşa diyen olmadı. Selim tekrardan yaşamak için Suzan'a baktı:
-Gidelim mi?
-Gerekiyorsa,
-Benimle evlenir misin?
-Gerekiyorsa.
Suzan öldü ve Selim yaşadı. Bu sefer Selim yaktı, Suzan yandı. Selim annesinin öldüğü gün annesinin yüzüğünü Suzan'a taktı. Suzan çaresizce hissizleştirilmiş Selim'in annesi oldu. Selim üçüncü kez annesini öldürdü.

Aleki eve giderken Ela'yı düşündü. Kendisi olmayan Ela'yı. Bir gün pencereden düşen Ela'yı. Bir gün düşmek isteyen Ela'yı. Noktaya kadar var olan Ela'yı. Sesini, en sevdiği tatlısını yerken gözlerinin nasıl açıldığını, kafası karıştığında dudağını nasıl büktüğünü, konuşmak istediğinde kızaran yanaklarını ve şu an olmayan Ela'yı düşündü. Kardeşi, onun gibi görebilen tek kişiydi. Aleki Ale ve Ela. İki kardeş. Biri büyük biri küçük. Bir varmış, biri yokmuş. Aleki zar küpündeki tek kırmızı nokta ve Ela tamamı kırmızı olan bir zar. Belki farklı evrenlerde aynılar ama bu dünyada olamadılar. Biri varlığı kadar yoktu; biri yokluğu kadar vardı. Her ikisi de ölmek için doğdu. Dört dakika elli saniye her şey için yeterliydi. Ne çok kişi ölmüştü aynı anda.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 14 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Aleki Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin