Gidiş

45 8 0
                                    

5 gün önce

bzz bzzz... bzz bzzz...

Yatağında yatan kızın elleri telefona doğru halsizce uzandı. Pembe ve pofuduk olan yorgan, kızın vücudunu tatlı bir şekilde gizliyordu. "Mmm..." Kızın mavi gözleri sarhoş gibi komodinin üzerinde duran telefonuna kaydı. Kaşları çatıldı, n'olduğunu anlamaya çalışır gibiydi. Elleri telefonu kavradı, gözleri ekranla buluştu. Yazan ismi hatırlamaya çalışırken işaret parmağı açma butonunu yukarıya doğru kaydırdı.

"Dalga, niye açmıyorsun? Kaç saniye önce aradım haberin var mı? Her salise önemli, zamanımı bir çalışanım için harcayamam."

Kızın gözleri ne olduğunu anlar anlamaz genişledi. Bu sert, kaba ses tonu patronuna aitti.

"Ben-" Dalga'nın sesi boğazında kaldı. Tatlı uykusundan yeni uyandığını belli eder gibiydi. Boğazını çabucak temizleyerek devam etti, "Ben çok özür dilerim, Faruk bey. Sizi dinliyorum." Kızın uyanır uyanmaz bütün nöronları çorbaya dönüşmüştü.

"Yeni bir haber aldık, seni görevlendireceğim..." Adam telefonun diğer ucundan konuşmaya devam ederken Dalga yattığı yerden gelen kaygı ile doğruldu. "...Meksika'da uyuşturucu kullanımı %5 artmış. Monterrey-ABD sınırında; 590 kilogram kokain, 39 kilogram metamfetamin, 7,7 kilogram eroin, 1 ton 360 kilogram marihuana ve yaklaşık bir kilogram fentanile bulunmuş."

Adamdan gelen pislik kıkırdaması Dalga'nın sağ gözünün seğirmesine neden oldu. "Evet?" Kızın sesi nazik geliyordu fakat gerçek hisleri tam tersiydi. Elini telefondan geçirip adamın boğazını sıkası vardı. Cidden bunu söylemek için mi aradı yani?

"Seni seçtim pikachu."

Dalga duyduğu kelimelerle donakaldı. Elleri telefonunun etrafında bir yılan olurcasına sıkılaştı. Sinirleri müzik kutusu kadar bozuktu. "Ne demek ben gidiyorum? Orada illaki yaşayan Türk gazeteciler vardır, değil mi?" Kızın sinirden nazik tonu sertleşmeye başladı. Karnına kaygıdan dolayı küçük bir sızı yerleşti.

"Hayır... Paranın az olması nedeniyle reddettiler. Bide başka nedenlerden dolayı... Ama bu seni ilgilendirmez, Dalga Serpin." Adamın tonu aşağılayıcı, uyuz ve uyuzdu. Çok uyuzdu. Kızla sanki bir malmış gibi konuşuyordu. "Para dediniz. Az dediniz..." Kız konuşmasına devam etmeden önce içine büyük ama sessiz bir nefes çekti. "E bende o az parayı istemezsem ne olacak?"

"Onların senin kadar paraya ihtiyaçları yok. Kendini bir şey sanma. Sana baktığımda tek gördüğüm: annesi ölmüş, babası olmayan küçük bir kız. Gelgelelim ki annenin varisi sen, yani üvey kızı, olmasına rağmen mirasında hiç bir mülk ya da para yok. Yanlış mıyım?" Dalga'nın gözlerindeki deniz taştı, yanaklarına doğru yavaşça akmaya başladı. Adamın sözleri kaba ve zalimdi fakat gerçekliği kızı daha da çok kırdı. Her şey doğruydu, baştan sonuna kadar.

'Annem' dediği yaşlı kadın 3 ay önce ölmüştü. Onu yetimhaneden kurtaran melekti o. Kızı sevgiyle büyütüp, normal bir hayat yaşamasını sağlamıştı. Gerçek anne sevgisini Dalga'ya başarılı bir şekilde verebilmişti. Tabii ki varisi Dalga'ydı, fakat kadının hiç mirası yoktu. Mirası olması gereken parayı kızın eğitimine yatırmıştı.

Kıza bu yaratıcı ismi verende kendisiydi. Kadın kızı ilk gördüğünde, dalgalı koyu saçları ve deniz mavisi gözlerinden ilhamlanarak ona Dalga ismini koymuştu.

"İki gün sonraya uçağın var. Gereken bilgileri sana atarım. Monterry'de otelin hazır, senden tek istediğim birkaç fotoğraf ve yazı. 2 haftacık. İşini doğru düzgün yapmanı istiyorum yani."Dalga'nın burun çekişlerini duyan patronu, kızın kabullenmesine zaman ayırmadan telefonu yüzüne kapattı. Kaba ve umursamaz tonu kızın sinirlerini daha da bozdu.

İhtiyacın getirdiği kabulleniş, kabullenişin de getirdiği yenilgi; kızı aşağılanmış ve çaresiz hissettirdi. Pembe tonlarının fazla olduğu bu küçük odanın duvarlarında yankılanan şey kızın hıçkırıkları oldu. Uykusuna sıçılmıştı, haftasına da sıçılmıştı fakat hayatına da sıçılacak mıydı? Kızın yaşlı gözleri telefonun ekranına kilitlenmişti. Telefonu atıp ezmek istiyordu fakat yapamazdı. Telefonu komodine sertçe koyduktan sonra elleri yastığını kavrar kavramaz yastığı suratına bastırdı. Kim bilir? Belki sessiz çığlıklar onu rahatlatırdı...


Birkaç saat önce

Hava kararmıştı ve ben mal gibi otelimi bulmaya çalışıyordum. Telefonumun şarjı bitmişti ve sokaklarda kimsecikler yoktu. En azından benim otelime doğru olan yolda yoktu. Pislik adam en ucuz oteli tutmuş. Zaten zaman algımda kaybolmuştu. Sıçtığımın telefonunun şarjı bitmese her şey daha iyi olabilirdi...

Bir gün önce uçaktan inmiştim. Otele tanımadığım bir adam götürmüştü. Bu gün işime başlamıştım. Aslında araştırmak kadar eğlenceli bir şey yoktu benim için. Özellikle bir kaç fotoğraf çekebilme fırsatı harikaydı. Her zaman ki gibi annemin bana hediyesi olan ve hiç yanımdan ayırmadığım fotoğraf makinemle gezmiştim. Artık tek arkadaşım oydu. Ama beni hiç hayal kırıklığına uğratmamıştı, hiç üzmemişti. Üzen ve hayal kırıklığına uğratan arkadaşlardan kat kat iyiydi. Şimdi ise onu boynuma takmış, sessiz adımlarla karanlık sokaklardan geçiyordum.

Sokaklar ürperticiydi, hele hele tanımadığın bir yerdeysen eğer daha korkunç oluyorlardı. Ellerim kameramı sıkı sıkı tutmuş, oteli bulmaya çalışıyordum. Ta ki bir adam inlemesi duyana kadar.

Tövbe tövbe...

Fakat daha sonra inlemelerin aslında acı inlemesi olduğunu fark edince meraklı yanım beni ele geçirdi. Adımlarım hızlandı, küçük bir ara sokağın kenarında durdum. Ses buradan geliyordu. Gözlerim merakla parladı ve başımı hafifçe sokağa doğru çevirdim. Burası sokak bile değildi, hol denilebilecek kadar dardı. Çok dikkatlice dikizlemeye başladım. Fakat gördüklerim karşısında kaskatı kesildim. Gözlerim açıldı.

Uzun boylu bir adam, daha kısa fakat kendisi kadar yapılı birisini duvara dayamıştı. Onu resmen bir av gibi sıkıştırmış, boynunu sıkıyordu. Her ikisinin yüzü de kanla boyanmış, morluklar esmer tenlerine renk katmıştı. Daha uzun olan adam arkasından tabancasını hızlıca çıkardı. Adamın şakağına bastırdı.

"Fue tu culpa, pendejo..." Adamın sesi sakin fakat ölümcüldü. Nefes nefeseydi fakat net bir şekilde konuşabilmişti.

Tam silahın tetiğini çekmişti ki,

FLAŞ

Donakaldım. Ellerimi kameramın etrafında o kadar çok sıkmıştım ki yanlışlıkla fotoğraf çekmiştim. Flaş patladıktan sonra uzun olan adamın bal rengi gözleri aniden benimkilerle kesişti. Yutkundum. Adam silahını geri çekti, arkasına koydu. Gözleri hala benimkilere bakarken adamın karnına bıçağı üç defa arka arkaya sapladı. Korkudan omuzlarım yukarı kalktı, geri adım atmaya başladı. Aynı ışık gören geyik gibi, gözlerim kocaman açılmıştı.

Bıçakladığı adam yere yığıldıktan sonra bıçağı yere fırlattı. Elleri kıravatına doğru gitti, yavaşça ve dikkatlice düzeltti. Hala bana bakıyordu. Fakat nefesi düzenleşmişti. Aniden bana doğru yürümeye başladı. Görmemem gerekiyordu bu olayı. Hepsi merakımın suçuydu. Ayaklarım benden izin almadan son sürat koştu... Fakat en sonunda beni avı gibi yakaladı...

KESİŞİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin