Şimdiki zaman
Zihnim bulanık... Başım dönüyor. Göz kapaklarım çok ağır, açamıyorum. Hadi, Dalga. Biraz zorla kendini. Gözlerini açman lazım.
Fakat açamıyordum. Kaslarım hareket ediyordu, hissediyordum bunu. Ama açılmıyordu işte. Sesler bulanıktı, uğultu şeklinde kulağıma geliyordu.
Tamam, sakin ol. Bir daha gözlerini açmayı dene. Hadi, Dalga! Aç şu gözlerini! Sesler geliyor! Neredeyim ki ben? Cenette mi?
Kafam yumuşak bir şeyin üstündeydi. Yatakta mıydım? Cenette yatak var mıydı ki? Göz kapaklarımı zorla açtım. Açar açmaz bulanık ve bilinmez sesler belirginleşti. Sanki engin bir denizdeki fırtına sona ermiş, dalgalar sakinleşip denizin bir çarşaf gibi gözükmesini sağlamıştı. Artık her şey daha netti.
Gözlerimi açar açmaz ilk gördüğüm şey zıplamama neden oldu. Beynim farketmeden korkuyla oturur pozisyonuna geçmiştim. Bal rengi gözleri görünce hafızam kendini gösterdi.
Beni öldüren pislik. Şimdi de cenette mi kovalayacaktı beni? Gözlerim adamın arkasından gelen beyaz ışıkla kısıldı. Adam bunu farketmiş olmalı ki arkasına dönüp perdeyi kapattı. Onun perdeyi kapatmasıyla aslında ölmediğimi anlamamla üzülmem mi gerekiyordu yoksa sevinmem mi gerekiyordu artık karar veremiyordum. Her şey karmakarışıktı. Üstüne koklattığı şey yüzünden başım ağrıyordu.
Adam perdeyi kapattıktan sonra yanıma yaklaştı. Öncesinde karanlık olduğu için yüzünü net görememiştim. Fakat şimdi görüyordum. Sert yapılı yüzü ile geniş ve kalkık burnu daha önce görmediğim bir ahenk yaratıyordu. Dudakları büyüktü, kadınlar böyle dudaklara sahip olmak için milyonlar harcarlardı... Ama bu gözler parayla satın alınamazdı. Badem şeklinde, kahverenginin en güzel tonu. Şu an ki soğuk bakışlarına rağmen, sıcak tonların uyum çerçevesinde bir araya gelmesiyle oluşmuş bu gözler insana anlam veremediği bir huzur sağlıyordu. Kendimi bal ırmağında boğulmuş gibi hissettim.
Yüzünü gereğinden fazla incelemiş olmalıyım ki kalın kaşları çatıldı. Gözlerimi utançla yüzünden ayırdım.
"Yüzümde bir şey mi var, gabacha?"
Çok iyi, şimdi onu rahatsız ettiğim için beni öldürecek.
Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Soğuk ses tonuyla içimi ürpertmişti. Refleks olarak elim boynumda durması gereken kamerayı tutmaya çalıştı fakat orada değildi. Gözlerim panikle açıldı, geniş odayı taradım ama yoktu.
Adam derin bir nefes çekti. Elinde duran kameramı salladı. "Kameran bende... Seninle İngilizce konuşuyorum fakat anlıyor musun?" Ağzımı açmadığım için İngilizce bilmediğimi düşünmüş olmalıydı.
Başımı evet anlamında yukarı aşağı salladım. Konuşmamamla adamın kaşları daha da çatıldı.
Elindeki kameramı inceledi. "O fotoğrafı sileceksin." Aniden katı bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Aslında direkt beynindeki kaydı silsek daha etkili olur. Hm?"
Sözleri kafamı karıştırmıştı. Bakışlarımdan anlamış olmalı ki kameramı sertçe kenara fırlattı. Gözlerim kocaman açıldı. Annemin hediyesi... Adamın sertçe fırlatmasıyla birkaç parçası dağılmıştı.
Benim gözlerim yaşlarla dolarken onunkiler duygusuzca bakıyordu. Ölü gibi.
Aniden pantolonunun arka cebinden tabancasını çıkardı. Bir kaç adımla aramızdaki mesafeyi kapattı. "O görüntüleri silmek için iki seçenek var, turist. Ya beynini yıkarım ya da beynini parçalarım. Hangisini istersin?" Dedikleriyle korkudan donakaldım. Kalbim hızlanmıştı. Kafamı iki yana salladım. Fakat bu onu daha da öfkelendirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KESİŞİM
Teen FictionGenç bir gazeteci olan Dalga, Meksika'da uyuşturucu kullanımının artması üzerine araştırma yapmak için Meksika'ya gider.