Selvi içeriye girdiğinde ikiside birbirine sıkı sıkı sarılmış ve hıçkıra hıçkıra ağlayan baba oğulu gördü.
Selvi Aliyi hastaneye geldiği ilk günden beri oğlu gibi görüp sevmişti. O gün Alide bir gariplik olduğunu tabiki o da sezmişti. Aliyi kanlar içinde gördüğü andan beri kendisine bunu nasıl yapmış olabileceği hakkında düşünüyordu. Aklına hastanedeki herkesin Alinin ne kadar üzerine gidip onu bunalttığı geldikçe ekibe daha da sinirleniyordu.
Selvi düşüncelerinden sıyrılıp Adilin yanına gitti ve elindeki çorba tepsisini göstererek Alinin yemek yemesi gerektiğini belirtti.
Adil Aliden yavaşça ayrıldı ve Alinin yüzünü elleri arasına aldı. Oğlunun gözyaşlarını tek tek sildi ve
ADİL: Oğlum hadi bişeyler ye olur mu.
Ali artık bu dünyada güvendiği tek adamın gözlerine baktı ve yine sessizce sadece kafasını salladı.
Adil Selvinin elindeki tepsiyi yavaşça aldı ve çorbayı Aliye yavaş yavaş içirmeye başladı. Tabi Alinin buna şikayet etmemesine şaşırsa bile bişey demiyor Bundan sonra oğlunun yanından hiç ayrılmayacağına, onu hiç yalnız bırakmayacağına dair sözler veriyordu içinden.
Ali ise hayatında olan herşeyi düşünüyordu. Değer miydi bu yaptığı. Değmeyecek insanlar için kendine zarar verip babasını ve Selvi ablasını üzmenin ne kadar saçma olduğunu düşünüyordu. O gün iyi olmadığının o da farkındaydı. Yoksa sahte sevgilisi, sahte arkadaşları, onu yarı yolda bırakan sahte abisi yüzünden asla kendisine bunu yapmaz, babasını bu kadar üzmezdi.
Deskte ise herkes toplanmış ve acı bir sessizlik hakimdi. Herkes Aliye yaptıklarının yeni yeni farkına varıyordu.
Açelya daha Ali geldiği ilk günden beri o partide ne laflar etmişti. Ama Ali ona her koşulda yardım etmiş Açelya nın ona neler yaptığı ile ilgili en küçük bir şeyi kimseye söylememişti. Asıl arkadaşlık Alinin yaptığıydı. Gerçek arkadaşlar birbini her koşulda korur ve inanırdı. Ama o bunu yapmamıştı . Adeta kendi arkadaşını eski sevgilisine karşı kışkırtanlardan, zaten bozuk olan aralarının daha da kötü olmasına sebep olanlardan birisi de oydu.
Doruk Alinin onu ilaç odasında gördüğü günden beri neler yapmıştı çocuğa. Sırf kafede güçsüz olmasından yararlanıp kendini korumak için onu bastırmıştı.
Demir ise ona güvenen arkadaşının yanına Nazlı ile ayrıldıklarından beri bir kez bile gidip nasıl olduğunu sormamış, destek olmamıştı.
Nazlı ise dinmek bilmeyen gözyaşları ile hâla düşünüyordu. Ne laflar etmişti sevdiği adama, gözlerinin içine baka baka neler söylemişti öyle. Bu ayrılıktan sonra tek üzülen kendisinin olduğunu düşünüp Alinin üzerine neden bu kadar gitmişti ki. Ya Ezoyu yanında gördükçe yaşadığı kıskançlık krizleri yüzünden Alinin canını daha da fazla yakmasına ne demeli.
Hepsinin kendi içindeki çatışması devam ederken odada tek bir ses dahi yoktu. Hepsi kendi vicdanları ve yaptığı hatalarla yüzleşmeye çalışıyordu. Ne kadar o hataların altında ezileceklerinden emin olsalar dahi.
Ali çorbasını içmiş ve Adil Hocasına sanki bişey söylemek istermiş gibi masum masum bakıyordu.
Adil bu duruma artık daha fazla dayanamayarak:
Çocuk sen bana bişey mi söyleyeceksinAli Hem ne söyleyeceğinden emin hemde bunu nasıl dile getireceğini bilemeyecek söze başlamaya çalıştı. " Baba ben özür dilerim" sözleri dilinden dökülüverirken bir taraftan da gözünden akmaya çalışan yaşları serbest bıraktı. " Ben kendimde değildim baba. Yoksa asla yapmazdım böyle bişeyi. Bir anda oldu sen üzülme olur mu nolur Selvi abla da üzülmesin. "
Adil daha Alinin ilk cümlesinden itibaren gözlerinden akan yaşlara engel olamamış oğluna sarıldığı gibi bağrına basmıştı.