"Bilmiyorum çocuklar, o ... aslına bakarsanız günlerdir eve gelmedi."
Louis ağzından titrek bir nefes verdi. "Peki, teşekkürler Bayan Cox." dedi gözlerini hızla kırpıştırarak.
Anne yüzünün önüne düşen saç tutamını kulağının arkasına sıkıştırıp kapı eşiğine yaslandı. "Siz onun arkadaşı mısınız? Harry arkadaşlarını eve hiç getirmez." Elindeki mendille kızarmış burnunu sildi.
"Evet," dedi Louis. "Arkadaşıyız. Görüşmek üzere, Bayan Cox."
Anne burnunu bir çekip sırtını eşikten kaldırdı. "Hemen gidecek misiniz?"
"Gitmek zorundayız, üzgünüm." Dedi Louis sesini olabildiğince düz tutmaya çalışarak. Yüzünde bir tebessüm oluştu. "Harry'le inanılmaz bir benzerliğiniz olduğunu biliyor muydunuz?"
Louis'nin yüzündeki tebessüm Anne'in yüzüne yansıyor gibiydi. "Ben onun annesiyim, tatlım. Tabii ki de bana benzeyecek." Eliyle boynundaki kolyeyle oynadı. "İçeri gelmek istemediğinize emin misiniz?"
Louis, Zayn'e tedirgin bir bakış attı. Zayn onu başıyla onaylayınca ise Anne'e tekrar döndü. "Beş dakikanın bir zararı olmaz."~*~
Louis elindeki cekedi daha sıkı kavrayıp yutkundu. Ne kadar yutkunursa yutkunsun boğazındaki o düğüm bir türlü yok olmuyordu. Bakışlarını yerden kaldırıp etrafına bakındı. Güneş doğmaya başlamıştı bile. Mavi gökyüzü yavaş yavaş aydınlanıyor, bembeyaz bulutlar pembe bir renk almaya başlıyordu. Etrafındaki güzellikleri takdir etmeyi bilen biri için güzel bir manzara oluşturabilirdi. Gerçi, Louis hiçbir zaman etrafındaki güzellikleri takdir eden biri olmamıştı, değil mi? Tekrar yutkundu.
Rüzgar essin istedi. Rüzgarın yanağından aşağı süzülme riski taşıyan yaşları yüzünden silip süpürmesini, onu yeniden özgür hissettirmesini. Avucunda kırışan ceket bir ton ağırlığında hissettiriyordu. Onu dibe çekiyor gibi gibiydi kumaş parçası, boğuyormuş gibi. Kafasını sudan çıkarmaya çalışıyormuş da yine de bir türlü ciğerlerine oksijeni zorlayamıyormuş gibi.
"Buradaymış," dedi Louis boğazını temizleyip. Elinin tersiyle sağ gözünün kenarını sildi. Arkasında duran Zayn'e doğru dönüp ona elindeki cekedi işaret etti. "Ceket. Onun."
Zayn bir süre bakışlarını cekedin üzerinde tuttuktan sonra Louis'nin gözlerine, yüzünden okunan bariz bir endişe ve acımayla baktı. "Louis."
"Bu bir şey anlam ifade etmek zorunda değil, değil mi?" dedi Louis kendini bir arada tutmaya çalışarak. "O... o cekedini düşürmüş olabilir, değil mi?" Cekedi kavrayan parmaklarının seğirdiğini hissetti. "O ölmüş olamaz, Zayn."
Zayn gözlerini Louis'ninkilerden ayırmadan yutkundu ve ona doğru yavaş bir adım attı, tıpkı vahşi bir hayvana yeltenir gibi. "Louis," diye tekrarladı elini dikkatlice omzuna yerleştirerek. "Nefes al."
"O ölmedi," diye tekrarladı Louis. Zayn onu göğsüne doğru çekerken boğazından istemsiz bir hıçkırık kaçtığını fark etti. Koca ormanda boğazından kaçan hıçkırık bir fısıltıyla eş değer olmalıydı. Ses kafasında yankılanıyordu oysaki. "Zayn, lütfen bana onun ölmediğini söyle," dedi Louis yanağından aşağı süzülen sıcak yaşlara aldırmadan. "Lütfen,"
"O... o ölmemiş olabilir Louis," dedi Zayn kadifeden yumuşak bir sesle. Ellerinden birini Louis'nin saçına dolayıp onu göğsüne bastırdı. "Onu rehin tutuyor olabilirler, biliyorsun..."
"Hayır," dedi Louis boğuk bir sesle. "Umarım ölmüştür. Umarım yukarıda bir yerdedir ve huzurludur. Ama rehin tutulmasın, Zayn. Ona bunu yapamazlar. Yapmamalılar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
How To Save A Life (Larry Stylinson)
FanfictionHarry insanlara pek güvenen biri değildi aslında. Ara sıra nefret ettiği, çoğu zaman çekemediği erkek arkadaşına bile güvenemediği zamanlar olurdu. Harry'nin güvenini kazanmış birkaç kişi vardı; bunlardan biri de gecenin üçünde, karşısına siyah bi...