133 11 30
                                    

✶

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.




yazın daha üçüncü haftası.rüzgarlar çekip gitmiş,sert sağanaklar yerini yumuşak güneşe bırakmış.belki güneş bir öpücük kondurur tenime,kızarırım.sabahın erken saatleri diye midir yoksa insanların aptallığından mı bu güzel denizin boş olması.dimdik bana bakıyor tüm şemsiyeler,şezlonglarda kapalı,benimki dışında.kumsalda tek başımayım.benim evim kumsaldır.evimdeyim ve huzurluyum.evimdeyim ve kucağıma koyduğum defterimin üzerinde kalemim sürekli oynaşıyor.sanki ben hareket ettirmiyorum onu,komutu benden almıyor elim.ama ortaya güzel bir şeyler çıkıyor.iki elime alıp defteri gözlerimden uzaklaştırdığımda,gördüğüm sürrealist çalışmayı beğeniyorum.oluyor işte,bir şekilde oluyor.

o kalemden çıkan karmaşık figürlere bir göz atıyorum.ah o kalem yok mu o kalem.unutmabeni çiçekleri,deniz kabukları,uçurtmalar,sandallar.biraz iç içe geçmişler sanki,olur o kadar,gözlerim kağıttaydı kafam değil.ama benim "güzel" algıma uyuyor.aradan bir portre de çıkıyor tabii.kafayı takmışım artık çünkü,her yere çiziyorum onu.çizimlerden sadece biri onda.kalanları hâlâ benim ve ben yenilerini yapmadan edemiyorum.

başka bir sayfayı çevirdiğimde başlıyorum hayallere.denizin önünde hayal ediyorum onu.güneşin en parlak anındaki ışığıyla merak ediyorum görünüşünü.ben hayal ettikçe,kalem oynuyor.kalem oynadıkça hayal ediyorum.kalbim ise hızlanarak tepki veriyor tüm bunlara ve ben sonsuz gibi görünen bir kısır döngüye giriyorum.
neye yarar zaten kalemim,kağıdım; o olmazsa?

denize bıraktığımda kendimi,yüzmek için çaba göstermiyorum.kollarım,bacaklarım hareket etmek istemiyor.öylece yatıyorum suyun üstünde.güneş tenimi iyice yakıyor,gözlerim kamaşıyor.duyduğum seslerle irkiliyorum.küçücük çocuklar,denize girmek üzere hazırlanıyorlar.bağırıyorlar çağırıyorlar,başlarında ebeveyn yok.
tek bir insan görmemiştim günlerdir.beni kimse arayıp sormaz zaten.fakat yalnızlığım boğucu değil artık,ne de olsa güzeller güzeli bir oğlan yaşıyor kafamın içinde.

su değil ses boğuyor beni ve sudan çıkıyorum.toparlayıp eşyalarımı,şezlongumu kapatıyorum.evime doğru kısa yürüyüşüm başlıyor.hızla ilerlediğim yolda gözlerimin kaydığı çiçekçi beni durduruyor.giriyorum dükkana,daha önce aklıma gelmediğine şaşıyorum.en güzel çiçeklerle dolu en güzel buketi bulmaya koyuluyorum.ben çiçekleri karşılaştırırken saçlarım hâlâ ıslak,omuzlarıma su damlıyor.dükkanın sahibi bundan pek hoşlanmıyor sanırsam.hoşnutsuz bakışları benimkilerle buluşunca sahte bir gülümseme takınıyor,burdan anlıyorum onu.kararsızlığım baş gösterirken yardım istiyorum hangi çiçekleri almam gerektiğiyle ilgili.”kız arkadaşınıza mı alacaksınız?” diye soruyor.ne cevap vereceğimi kestiremiyorum.”evet.” diyorum sonra.evet,eğer durumumum onun kafasındaki uygun hâli buysa,evet.

konuşmayı pek sevmeyen bir kadın olsa bu,suratsızın teki zaten.kırmızı gülleri gösteriyor bana.aşkın en bilindik çiçeklerini.aklıma yatmıyor değil,seviyorum bu fikri.ama sonra kırmızı kamelyalar çarpıyor gözüme.
seneler önce ingilizce bir kitap okumuştum çiçekler ve anlamlarıyla ilgili. ”you are a flame in my heart.” cümlesi kullanılmıştı kırmızı kamelyaların anlamı için.saniyeler süren düşüncelerimin ardından içime siniyor bu.kamelyaları gösterip,”bu olsun.” diyorum.hızlıca bir buket hazırlayıp veriyor elime.

güneşin altında yürürken biraz olsun kurumuş saçlarım ve ellerimde kırmızı kamelyalarımla eve varıyorum.saate baktığımda çoktan on iki’yi geçmiş olduğunu görüp panikliyorum.duşa atıyorum kendimi.sonra çıkıp en güzel kokularımı sıkıyorum,elimden geldiğince en güzel kıyafetlerimi giyiniyorum.saat bir’i gördüğünde ben ve kamelyalar hazır oluyoruz.daha iki saat var buluşmamıza ama heyecanım tavan yapmış,elim ayağıma dolanıyor.
aynada inceliyorum kendimi,ona lâyık gözüküp gözükmediğimi sorguluyorum.
saçlarımı tarıyorum tekrar tekrar,en iyi hâline getirmeye çalışıyorum,ne kadar oluyorsa.

iliklerime kadar hissediyorum aşkın getirdiği gençlik heyecanını.saçmaladığımı biliyorum,iliklerime kadar hissediyorum ama bir tarafıma da saçma gelmiyor işte.


iç ve dış duvarları pespembe,etrafı bitkilerle,süslemelerle dolu o minik kafede buluyorum kendimi.ben daha şâşâlı bir mekan önerisinde bulunmuş olsamda ilk buluşmamız için,o burayı çok sevdiğini söylemişti.burayı oldukça tatlı bulduğunu,ona kendini iyi hissettirdiğini de söyleyince kabul ettim bende.kolumdaki saat 14.59’u gösteriyor,ben tabii ki tam vaktinde ordayım,bekliyorum kapının önünde.saat üç’ü sadece bir kaç dakika geçerken,ben kurmaya başlıyorum.gelip gelmeyeceği kuşkusuna düşüyorum.sözünü tutar diyip rahatlatıyorum kendimi sonra.konu o olunca anksiyete kaçınılmaz oluyor,her seferinde.

güneş bugün ikinci kez doğuyor.bana doğru yürüyen adımlar beni görünce hızlanıyor.kocaman bir gülümsemeyle aydınlanıyorum.öyle güzel gülüyor ki,sevmesem ziyan olacak.gözlerimiz buluştuktan sonra gözleri ellerimdeki kamelyalara kayıyor.daha da çok gülümsüyor,gözlerinde ki heyecanı görüyorum.yine iletişim kurma becerilerim uçup gidiyor bir süreliğine ve eline buketi veriyorum,en içten gülümsememle beraber.çiçekleri inceliyor,iyice kızarıyor.
“teşekkür ederim,bayıldım.” sesinden mutluluk akıyor ve bu beni saadete boğmaya yetiyor.”beğenmene çok sevindim.” diyorum ve içeri geçmeyi teklif ediyorum.

karşılıklı oturduğumuz masada küçük bir yapay bitki,duvarlarda çeşitli tablolar ve küçük led ışıklar var.kediler bazı masaların altında geziyor ve ilgimi çekebilecek olan tüm bunların toplamı bir o etmiyor.hayranlık dolu bakışlarımla başbaşa kalıyor.gözleri ise hâlâ çiçeklerde.özlemişim.gerçekten,çok özlemişim.bu onu üçüncü canlı görüşüm ama önemi yok.özlemin kavuruculuğu her zamankinden gerçek.bu sefer ben konuşmayı başlatmaya yetiniyorum ve soruyorum,
”nasılsın?”

“iyiyim,hiç olmadığım kadar.”
sesindeki heyecanı sezmemek imkansız.onun heyecanı benimkini de ikiye katlıyor.küçük şeylerle mutlu olabildiğini öğrenmiş oluyorum böylelikle,çiçekler gibi.bir an önce sipariş verme işini aradan çıkarıp ona odaklanmak istiyorum.”ne içmek istersin?” diye soruyorum.
latte istiyor,laktossuz olacakmış sütü.bu bilgiyide hafızama kazıyıp garsonu çağırıyorum.onunla aynı şeyi içmeyi tercih edip ikimizinde siparişini veriyorum.garson gittiğinde içimden geçirdiğim soruları sayıklıyorum ve onun hâlâ kamelyalarda olan gözlerine bakıyorum.daha önce hiç çiçek almadığını söylüyor.”ne yazık,” diyorum.
“tüm çiçeklerden güzel bir adamın,ilk çiçeğini daha şimdi almış olması.”
kızarıyor,gülümserken tüm dişlerini gösteriyor.

“anlat bana.” diyorum sonra.kafası karışmış gibi bakıyor ve açıklıyorum.”anlat,ne anlatmak istersen,dinlemek istiyorum.” bir itiraf gibi dökülüyor dudaklarımdan.sesini çokça duymak için bir bahane bu belkide ve hemen ardından bir soru geliyor.
“ya sıkılırsan?”
buna verdiği ihtimal bile anlamsız.karşısında onu sabaha kadar dinleyecek bir adam var.
“bu imkansız.seni tanımak için can atıyorum.” en sıcak gülümsememle konuşuyorum.biraz duruyor,düşünüyor.
“nerden başlamalıyım?”

“yani anlatacak çok şeyin var?” diyorum.
“evet,” diye cevap veriyor,”o resmi bana verdikten sonra sürekli sana bir şeyler anlatmak isterken buldum kendimi.” tek bir çırpıda söylediği cümleye kendiside şaşırıyor.bunu duymayı beklememekten doğan şaşkınlığım ve mutluluğu haykıran gözlerimle bakıyorum ona,mahçup bir hâle bürünüyor.

“bunun için bolca vaktimiz olacak.”







asik ressam cenani sevdim..

3 günde bir bölüm yazdım?
ilham perileri intihar

asagidaki yıldıza basinca super oluyomus
(dilencilikte geldi)

neyse simardim
opucukler xx





art deco | arcenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin