✶
ankara’nın soğuk havası ve genelde boş tabir edilen sokakları içimde yaşar gibi.hep soğuk,hep ıssız gibi gelirdi bana ankara.”depresyon şehri” derdim orası için.gel gör ki,böyle düşünen tek ben değilmişim.yine de çiçekler kurtarıcı olurmuş,kedilerin mırıltıları hayat verirmiş.soğuk rüzgarların yüzüne çarpışı iyi hissettirirmiş.dalgaların yüzüne çarpması kadar olamaz,bence yani.
eski bir apartmanın en üst katında,küçük bir aile.babasız ama eksik hissettirmeyen,bir anne ve biricik oğlunun yaşam mücadelesini benimsemiş bir aile bu.çiçekleriyle doluymuş her yer.bayılırmış bitki yetiştirmeye.bir bebek gibi severmiş bitkilerini ve kedilerini.her sabah onları besler,çok sevdiği annesine kahvaltı hazırlar,tüm gününü yazarak geçirirmiş.çok arkadaşı olmamış o zamanlarda.sınıfının sessiz,sakin çocuğu tüm vaktini müzik dinlemeye,yazmaya ayırırmış.
annesinin bitmek bilmeyen hastalığından mıdır,onun sonsuz keyifsizliğinden mi;iki sene kazanamamış üniversiteyi.en sonunda kendini toparlamaya,istemsizce sevdiği memleketini gerisinde bırakmaya karar verip kazanmış bir şekilde.istanbula geldiklerinde o da,sanatı da başka bir hâl almış.artık dondurucu soğuk ve bunaltıcı kasvetten değilmiş yazdıkları.daha yeni bitmiş okulu,iş bulmuş kendine.yazarlık aklının ve kalbinin en derinlerindeki isteği olarak kalmış.çamur rengi gözlerin ve iç ferahlatıcı gülümsemenin altında yatan acılarmış,yazdıklarının temeli.
“sanırım sadece aşk,” diyor,yavaşça konuşurken.”sanırım sadece aşk,hiç üstüne yazmadığım bir konu.”
benim onun yazdıklarına olan merakıma karşılık geliyor bu cevap.”neden?” diye sormadan edemiyorum.aşkın sanata verdiği yönü kendimden biliyorum.
kafa karıştırıcılığından bahsediyor aşkın.böyle bir duyguyu hiç hissetmemiş,hissettiysede bunu çözümlemeye vakti olmamış olduğunu söylüyor.
annesi hastalığını binevi atlatmış,istanbul ise ona tekrar hayat vermiş.ama yine de hayatının büyük bir çoğunluğu acılı geçtiğinden olacak,o bu güzel duyguya yer verememiş henüz.istanbul’u sevip sevmediğini soruyorum sonra.benim tüm çilesine rağmen sevdiğim bu şehri,nasıl bulduğunu merak ediyorum.”sevdim.” diyor.”aslında istanbul’dan çok,denizi sevdim.” gülümsememle cevap alıyor söyledikleri.”denizi seveceğimi sanmazdım.ankara’da yaşarken çok şehir dışına çıkmazdım ben,ergenliğimden beri denize girmemiştim.”
“hiç canın denize girmek istemedi mi?” diye soruyorum merakla.
“hayatımda yeri yoktu.kumsalları da sevmezdim zaten,bunaltırdı beni.”
kalabalıklığından ötürü olup olmadığını soruyorum.sanırım çok fazla insanın içinde bulunmaktan hoşlanmıyor.sevdiği şey kalabalık,gürültülü kumsallar ve güneş yanıkları değilmiş.hele yüzmek hiç değilmiş.denize bakmayı severmiş sadece.dalgaları izleyip onlardan ilham almayı.düşüncelerimiz tamamen örtüşmesede,denizin ikimize hissettirdiklerini seviyorum.tam o an elinden tutup kumsala sürüklemek istiyorum onu.bunun bana hissettirecekleri kurcalıyor aklımı.en güzel akşamüstü saatlerinde,onu konfor alanıma götüresim var.deniz kabukları toplardık belki beraber,ya da onu denize girmeye ikna etmeye çalışırdım.ya da sadece otururduk.ben ona bakardım,o denize bakardı.ben çizerdim,o yazardı.
birbirimizle vakit geçirmekte hiç zorlanmayacağımızı tam o an anlıyorum.uyumumuzu daha bu ilk buluşmadan seziyorum.benim için her defasında şaşırtıcıdır.insanlara baktığınızda görebildiğiniz şeylerle onların gerçek iç dünyası arasındaki keskin fark.mimik okumada,insan psikolojisini anlamada ne kadar iyi olursanız olun herkesin kendi içinde saklı,sadece bakarak anlayamayacağınız bir kısmı vardır.sizi bu kısımda bir yolculuğa çıkardıklarında,acılarını ve dertlerini sizinle paylaştıklarında anlarsınız güvenini kazandığınızı.
beni mest eden bakışların altındaki hikaye de bir o kadar ilgi çekici o yüzden.yıldırım aşkı dedikleri görünüşe duyulan hayranlıkla sınırlı olmasa.bir insanın sırlarına,anılarına,hayat hikayesine de ayrı ayrı aşık olabilirsiniz.kahvesini bitirdiğinde benimkine göz atıyor.ben ondan önce bitirmişim,onun anlattıklarını dinlerken farketmemişim bile içtiğimi.onu tanımakta büyük bir adım attım,tabii ki beraberinde onda da bana karşı merak doğuyor.anlatıyorum ona,kısa kesmeye çalışsamda olmuyor.hayranlıkla dinliyor anlattıklarımı.üzülerek anlattığım kısımlarda benimle üzülüyor,heyecanla anlattığımda heyecanıma dahil oluyor.
“denizin bir insana bu kadar fazla şey ifade edebileceğini bilmiyordum.” diyor şaşırmış gibi.”nasıl etmesin ki?” diyorum.”benim gördüklerimi görsen onda,sende böyle düşünürdün.”“bir sonraki buluşmamız kumsalda olmalı o halde.ne dersin?” en güzel dudaklardan en güzel teklif dökülüyor.
hani öyle anlar olurda mutluluğunuz suratınızda saniyesinde belirir ya,siz saklamayı deneyemeden.ben şuan o anın ta kendisindeyim ve gülümsemekten yüzüm ağrır gibi.kabul ediyorum elbette,onu bir sonraki görüşümün tarihi ve yeri belli oluyor böylece.✶
anlık çöken hüzün kaçınılmaz.tatlı bir hüzün bu,tatlı bir özlem.onun her an yanımda olamayacağını kendime tekrarlamanın gideremediği bir özlem.
ve elbette bunaltıcı sıcak burda.evimin tüm camları açık,vantilatörün karşısında yerimi almışım,tuvalimse tam çaprazımda duruyor.
evet,boyalar ve ben tekrar barıştık.yağlı boya çoğu kişinin aksine zorlamaz beni,en keyif aldığımdır.kız kulesinin manzarası karşımda.ben ona gitmedim bu sefer,onu buraya getirdim.bir boya hatasıda gözden kaçmıyor tabii.hep susturamadığım kafamdan oluyor bunlar.
küçük bir çocukken hayranlıkla izlediğim bob ross fısıldıyor kulaklarıma:”hata yapmak diye bir şey yoktur,sadece küçük mutlu kazalar vardır.”
bunu seviyorum.hata yapabilen bir canlıyım ve sanat buna izin veriyor.çoğu insanın size veremeyeceği bir şey bu.
sanat konusunda bile,çoğunun yaptıklarını paylaşmaktan çekinme sebebidir zaten,"hatalar."hata yapmış olmakla ilgili olmasada,ben de geçtiğimiz aylarda çalışmalarımı kimseyle paylaşmaz oldum.belkide paylaşacak biri bulamadığımdandır ama şuan,bu manzaraya bakan tek kişi olmak istemiyorum.
şüphesiz ki bir şeyi paylaşmak istediğinizde aklınıza ilk gelen kişidir,sizin için en önemli olan.
tamda bu yüzden tuvalimin bir resmini çektikten sonra gönderdiğim tek kişi o oluyor.hiçbir şey söylemeden,ek bir şey yazmadan yapıyorum bunu.ilk tepkisini,söyleyeceklerini merakla bekliyorum.bir kaç dakika geçmesiyle telefonumdan bir mesaj sesi geliyor.
“sen,tanıdığım en yetenekli adamsın.”bu zaman kadar aldığım tüm iltifatları unutuyorum.tanıdığı en yetenekli adam olmanın gururunu yaşıyorum.daha sonra başka bir mesaj ve hemen ardından bir fotoğraf geliyor.
“aynı zamanda en ince düşünceli :) kamelyalarımı çok sevdim.”ellerinde kamelyalarla çektiği fotoğrafına kilitleniyorum.telefonu yüzüme iyice yaklaştırıp inceliyorum çokça.tüm içtenliğiyle gülümsemesi bu çiçekleri ona daha önce veremediğim için kendime kızmama sebep oluyor.
“onları bu kadar çok seveceğini tahmin etmezdim.çok sevindim beğenmene.”
gülümsemem hiç solmadan daha fazla onu bekletmemek adına hızlıca cevap yazıyorum.“şiir bile yazdım,onlarla ilgili.”
bir şiir.onun kaleminden,benim ona armağan ettiğim çiçeklerle ilgili.daha heyecan verici bir şey düşünmek güç.
“ama okumak için biraz daha beklemen gerekecek.sana bir hediye verme sırası bende.”
“bana bir şiir hediye edeceksin…bunun ne kadar özel olduğunu tahmin bile edemezsin." diyorum gözlerimi ekrandan bir saniye ayıramazken.
“sanırım buna alışmalısın,bolca şiir yazarım.”
diyor ve o can alıcı cümleyi ekliyor,“bu gidişle daha önce hiç yazmadığım konular üzerine bile yazabilirim.”
✶
daha sonra ufak düzeltmeler yapabilirim cok anlik getirdim sonunu
muhtemelen kısa sürede bitecek kitap oyle gozukuyooor
opucukler xx
ŞİMDİ OKUDUĞUN
art deco | arcen
Fanfiction...yıllarımı verdiğim sanatın en güzel halini,en hazırlıksız anımda karşımda buldum. ☆ !!;bahsi geçen tüm olaylar hayal ürünüdür.