✶
bin dokuz yüz yetmiş beş yılının en güzel şarkısı kulaklarımda.dayımdan bana kalan iki üç plaktan birisi pikapın üstünde daireler çiziyor,benimse gözlerim sadece ona kilitli.
acı veriyor bana çalan şarkı.küçüklüğümden beri dinlediğim,belkide ilk ezberlediğim şarkılardan bu.en acılı günlerimin şarkısı.dedem öldüğünde,terkedildiğimde,her şeyimi kaybettiğimi sandığımda beni yalnız bırakmayan şarkı.acıyla bağdaştırdığım için beni daha çok çekiyor.
bazen acıya o kadar çok alışırsınız ki sımsıkı sarılırsınız ona.mutluyken bile onun kollarına koşarsınız,sadece tanıdık bir his olduğu için.elbette çok geçmeden acıyı koynunuza alarak yaşamamayı da öğrenirsiniz.çünkü dünya sürekli döner,güneş her sabah yeniden doğar ve bu çabalamaya devam etmek için en büyük sebeptir.acıya kendi özel zamanını ayırıp onu gittikçe yok etmeye uğraşmaktan başka şansınız yoktur.mutluluk size uğrasada,hayat aşkı size sunsada,acıya ayıracak zamanınız her zaman olacaktır.çünkü o ordadır,insanlığın varoluşunda vardır.
soğuk bir duşun ardından çamaşırları asıyorum.hep beslediğim kedi bu sefer yavrularıyla gelmiş balkonuma.anneliğini tebrik edip ona ve bebeklerine mama veriyorum.hepsini tek tek kucaklıyorum,sonra kokum üstlerine geçmesin diye çokta temasta bulunmamaya karar veriyorum.farelere benzetiyorum küçücük yavruları.belli yeni doğmuşlar,ciyak ciyak bağırıyorlar.hayvanların sevgisini kazanmak hep sevindirmiştir beni.çünkü onlar sezgileriyle hareket ederler ve bir insanla bağ kurduklarında şunu düşündüklerini bilirsiniz,”burada sevgi var.”
şarkı bitiyor,plak duruyor.45’lik bi’ plak bu,başa sarıyorum,aynı şarkı tekrar başlıyor.bu sefer o kadar da acı verici değil.kediler kulaklarını dikip merakla dinlerken nasıl acı verir ki artık?
“karanlığın rengini bilmem.
aydınlık ne demek?
mutlu olmak sevmekse,
sevmek aydınlık demek.”✶
kediler bana veda ediyor,şarkım tekrar bitiyor.bu sefer başa sarmıyorum,pikaptan aldığım plağı yerine yerleştiriyorum.
öğleden sonra sıcak hâlâ hakim olsa da güneş tepede değil.balkondan baktığımda gördüğüm hava iç açıcı.bunun büyüsüne kapıldığımdan olacak,dışarı atmak istiyorum kendimi.havanın neşesi benimde üstüme siniyor çıktığım gibi.bu sefer kulaklarımda neşeli bir şarkı var.parkın yanından geçerken hayatın sillesini henüz yememiş neşeli çocuklara bakıyorum.gülümsememe engel olamıyorum onları görünce.tabii bide spor aletlerini rahat bırakmayan yaşlılar var.ilerliyorum,ilerliyorum ve ilerledikçe,yürüdükçe bir şeyler eksik hissettirmeye başlıyor.şahit olduğum cıvıl cıvıl öten kuşları,kendini sevdirmek için koşuşturan sokak köpeklerini,yanından geçtiğim meyve ağaçlarını tek başıma görüyor olmak rahatsız ediyor beni.şuan,bu muhteşem havanın tadını çıkarmanın hissettirdiklerini paylaşmak istiyorum.
bakın,buradan sonrasını ben yapmıyorum.bacaklarım yapıyor hepsini.kendimi tanıdık bir apartmanın önünde buluyorum,resmini sahibine teslim ettiğim apartman önü.
açıkçası ne yaptığımı bende bilmiyorum.çat kapı evime gelinmesini şahsen sevmem,kaldı ki ben onun evde olup olmadığını bile bilmiyorum.ama burdayım işte,tüm yollar ona çıkıyor.apartmanın önünde dikilirken elimi cebime atıp telefonumu alıyorum.davetsiz misafir olmaktan daha iyi bir fikir olduğu kanaatine varıyorum bunun.telefon bir kaç kez çaldıktan sonra,neşeli bir “efendim.” karşılıyor beni.
“kumsala gitmeye ne dersin?”
önce onun bana sunmuş olduğu,aklıma ilk gelen teklifi ediyorum.cevap vermesi saniyeler sürmüyor.
“harika olur! evden çıktığımda sana haber vereceğim-”
lafını aniden kesiyorum,”aşağıdayım.”
şaşırıyor elbet.daha sonrasında refleks olacak,başımı kaldırıp apartmanın camlarına doğru bakıyorum.cama çıkıyor,kulağında tuttuğu telefonuyla gülümsüyor bana.
“geliyorum.” önce telefonu,sonra camı kapatıyor ve ben beklemeye başlıyorum.aşağıya inmesi iki dakikayı bulmuyor ve iner inmez yaptığı ilk şey koluma girmek oluyor.
“hadi gidelim!”
bana tekrar tekrar söylüyor kalabalıktan hoşlanmadığını.bu tabii ki aklımın bir köşesinde,bu yüzden onu götürebileceğim en sakin yere götürme çabasındayım.deminden beri hayranlıkla yürüyorum ben bu yolları.ama şuan koluma geçirdiği kolu tüm mutluluğumu hapsetmiş.ne kuşlar,ne çiçekler,ne çocuklar güzel değil;bizim temasımız kadar.o bana gününü anlatmaya koyulmuşken bende pür dikkat dinliyorum elbet.beraber sinirleniyoruz sabahın altısında matkap çalıştıran üst komşusuna,pankek yapmaya çalışırken tavayı düşürmesine; üstelik annesinin en sevdiği halının üzerine düşürmesine de,elbette beraber gülüyoruz.
hem yürüyüp hem konuşurken,kayalıklara gidebileceğimize karar veriyorum.kumsalın en ilerisinde,denize girmenin yasak olduğu,dolayısıyla da kimseciklerin uğramadığı kayalıklar.-içen dayılar dışında tabii,ama onlarda bu saatlerde orda olamazlar-.
kayalıklara oturduğumuzda en güzel hâlini bana bahşediyor.kahve gözleri güneşte balköpüğü oluyor.şapkamı çıkarıp veriyorum ona,güneş başına geçmesin diye.
ilk oturduğumuzda çok konuşmuyoruz.ara ara birbirimize,ara ara denize bakıyoruz.bana kimse söylememişti.yemin ederim ki,kimse söylememişti.kendimde farketmemiştim bu yaşıma kadar,bir insanın nasıl yapbozun diğer parçası gibi size tam olarak uyabileceğini.
ki bu oldukça ilginç,bir haftadan az süredir tanıyorum bu adamı.ama beni tamamlıyor,beni ben yapıyor. böyle,konuşmadan,sadece yanyana oturmak bile iyi hissettiriyor.gülümsüyor,sadece gülümsüyor ve ben sebebini anlamak ister gibi bakıyorum.
“denize girmek istiyorum.”
şaşırmamla beraber denize bakan vücudumu ona çeviriyorum hafifçe.
“gerçekten mi?”
onaylar şekilde kafa sallarken konuşuyor,
“evet,beraber yüzmek istiyorum.”
duyduğum şeyle kıkırdıyorum ve belki aklıselim bir insanın söylemeyeceği şeyi söylüyorum.
“girelim o zaman.hava sıcak,kıyafetlerimiz kurur hemen.”
“saçmalama.” diyor gülerek.ama gözleri pek reddeder gibi bakmıyor.onu dinlemiyorum,gömleğimi çıkartıp kumaş şortumla atlıyorum denize.akabinde duyduğum şeyse “Cenan!” diye bağırışı oluyor.
kafamı sudan çıkarıp ona baktığımda endişeli ve şaşırmış şekilde baktığını görüyorum bana.
tişörtünü çıkarırken gülerek konuşuyor,
“sen delisin,gerçekten.”
deliliğimle gurur duyarak gülümsüyorum ve kollarımı açıyorum ona.
tereddüt ediyor başlarda,uzun zamandır denize girmediği için olacak.cesaretlendiriyorum onu ve o da çok geçmeden kendini suya atıyor.kafasını sudan çıkardığında karşı karşıyayız.
iki tane deli,ıslak saçlarımız ıslak kirpiklerimize değerken bakışıyoruz.vücudumu onunkine yaklaştırıyorum.gergin halini sezip tek elimi omzuna koyuyorum,diğer elimle ise ıslak saçlarını geriye atıyorum.
büyülenmiş gibi bakıyor bana.gözleri güneşten daha güzel parlıyor.suyun içinde,birbirimizin gözlerinde hapsoluyoruz.
✶sakin sakin gidiyodu dedim atlayın ln denize
?neden olmasin
ŞİMDİ OKUDUĞUN
art deco | arcen
Fanfiction...yıllarımı verdiğim sanatın en güzel halini,en hazırlıksız anımda karşımda buldum. ☆ !!;bahsi geçen tüm olaylar hayal ürünüdür.