BÖLÜM -8 (EKSİ SEKİZ): "KARIŞTIRDIM AKLIMI KÖR KUYULARA..."

21 4 0
                                    

"Zena. Zena ses ver. İyi misin?"

Değildim.

"İyiyim. Çabuk gel."

Ona anlatmam gerekenler içimde birikmişti. Uzun zamandır konuşmuyorduk zaten. Eflah'la konuşurduk. Bir gün, iki gün, sabahtan akşama kadar... Sonra araya mesafe girerdi. Bir merhaba bile yazmazdık birbirimize. Ama eğer biri bana bir şey yapacak olursa da ilk onu arardım. O da koşarak gelirdi. Her zaman olduğu gibi şimdi de gelecekti işte. Biliyordum.

Kapının zili iki - üç defa art arda çaldı. Hızlı hızlı biri kapıya adımladı. Ev o kadar sessizdi ki biri hıçkırsa belki yıkılırdı. Kapı açıldı ve ayak sesleri odama doğru artan sesiyle adımlamaya başladı. Ben ise duvarla karşımdaki ayna arasında mekik dokuyan gözlerimi kapıya yöneltmekle yetindim sadece.

Kapı sert bir şekilde açıldı ve içeriye o girdi. Yüzündeki, gözlerindeki, kin, nefret bir anda uçtu sanki. Küçük bir tebessüm peyda oldu en içlerinde bir yerlerde. Hissedebilirdim belki kalbinin atışını. İstemedim. Hissedemedim.

Onu görünce dakikalardır, belki saatlerdir pınarlarımda yuva kuran yaşlar bir bir damladılar yanaklarıma. Yanıma gelip kollarını iki yana açtı ve bedenime doladı. Ben hissizdim o an. Değil mi? Belki değildim. İçimde, bir yerlerde, bir şeyler vardı fokurdayan. Görmezden gelmek hep kolaydı.

Kollarımı haraket ettirecek takati bulamadım kendimde. O da ona sarılmamı istemedi zaten. Sadece başımı göğsüne yaslayıp beni kendine çekti ve yatağın üzerinde uzanmamızı sağladı. Saçlarımı okşadı. Bana güzel sözler söyledi. Babamdan bahsetmedi hiç. Annemi konuşmadık hiç. Sevgiden bahsetmedik hiç. Victor Hugo nasıl öldü onu anlattı. Sonra Dostoyevski'nin bir kitabını anlattı. Stefan Zweig'ın nasıl karısını da kendisini de öldürdüğünü anlattı. Ben sustum. O susmadı. Susmazdı. Kimseye konuşmazdı ama bana susmazdı.

Uykuya dalınca sessizce ışığın altında pansuman yapar sonra da parmak uçlarında evden ayrılırdı. Ertesi gün konuşmazdık. Bir süre konuşmazdık. Uzunca bir süre... Sonra bir gün ona bir şeyler atar sohbeti başlatırdım. Sıradanın dışında olan ilişkimizi kimse sevmezdi zaten biz dışında.

Bugün konuşasım vardı. Ağzımı açtım. Geri kapandı. Ne diyecektim. Kolları bedenimi daha sıkı sardı. Sanki bırakmak istemiyor gibiydi.

"Eflah"

"Efendim?"

"Hiç tanımadığım bir his. Uzak bir yerden gelen bir çıngırağın tınısı gibi. Ya da bir devenin hörgücüne rengarenk boncuklarla bezenmiş bir kolye takmak gibi. Anlamsız? Kavrayamıyorum. Mutluluk yakın mı? Üzülmek yok artık. Kendime başka meşgaleler arıyorum. Melankoliyi terk ettim, belki o beni terk etti. Sıkılmıştır."

"Hissizleşmeden önceki son demlerindir belki Leva. Uyuyamamışsın."

"Uykusuzlukla perçinledim zihnimin yuvalarını. Kuşlar gölgemden öldü bugün. Bir çiçek soldu nefesimle. Bir acı inleme, bir şimşek, bir gözyaşı, acınası bir melodi, ayakkabılarımla ezilen çimenler, toprağa bastıkça çıkan gıcırtı... Sanki ölecek gibiyim. Hani mutluluk?"

"Kuşlar cıvıldamaz Leva. En fazla acı acı haykırırlar ama insanlar da bunu anlamaz onları mutlu sanarlar."

"Dudaklarım doldu sessizliğimin ahengiyle. Düğümlenmiştir gözlerim. Ellerim ilk defa boş değil. Korkuyu korkuttum bugün."

"Korkuyu korkuttun çünkü acına korkudan başka tuz bastıramadın."

"Başka başka yaratıklar kalbimin duvarlarına çivi çaktı. Kanamadı? Saracak kimse yoktu. Kabuk bağlamış artık. Kaşısam kanayacak. Dudaklarını değdirse kuruyup kalacak gibi. Belki iyileşecek?"

"Kimse kimseyi iyileştiremez Leva."

Gözlerim gözlerine teğet geçti. İçinde bir kırgınlık vardı. Belki kızgınlık. Umursamadım.

"Sihirli sözler söyleyemiyorum. Sihirli sözler duyamıyorum. Büyüleniyorum ama çözümünü bilmiyorum. Çok bir şey bilmiyorum zaten.

Dünyaya fazla hissetmek kendini: acınası. Biri beni görse ağlar. Ben o yüzden aynaya bakamıyorum. Bir kere aksa pınarlarım sanki durmayacak gibi. Acımasız bir darbe vurup perçinliyorum derdimi. Mutlu olamıyorum. Unuttum? Melankoliyi terk edemiyorum. Zincirledim kendime. Kaçamayacak."

"Uyu Leva. Belki acın biraz hafifler."

Sesi şefkat kokabilir miydi? Kokuyordu. Buram buram. İçime, derinlerime çekmek istedim o an onu. Gözlerimi tavandan çekip yumdum. Nefesimi düzene soktum ve uyuduğumu sanmasını sağladım. Hep yaptığım gibi. Uyuduğumu sandı ve yataktan kalkıp ecza dolabına ilerledi. İçinden bir şeyler çıkardı. Görmedim. Sonra tekrar yanıma oturdu ve eline aldığı, muhtemelen yara için merhem, kremi dudağımın kanayan yerine sürmeye başladı.

Merhem derime işledi, o işleyemedi. Eğildi ve dudağımdaki yaranın üzerine dudaklarını bastırdı. Sonra yüzümü izledi bir süre. Sonra da ayakkabılarını giyip odamdan, evimden çıktı. Gitti.

Sanki bir umut yeşeriyor içimde. Bir hafif tıkırtı, bir küçük kıpırtı, bir minik rüzgar esiyor içime. O geliyor aklıma. Ya da gelmiyor. Gelmesin. Tek ben kalmalıyım içime. Yalnızlık asildir. Asil olmalıyım. Rüzgarlar dindi. Umutlarım bitti sanki. Kimse duymuyor bağırsam da ağlasam da. Vaveylalarım içime düşüyor bir bir, toplayamıyorum paramparça kalbimi. Yalnızlaşırken aynı zamanda hissizleştiğimi hissetmiyorum. Dedim ya; hissizleşiyorum. 

Bir ölü ruh, bir zindan, bir bıçak ve bir ben... Kim bilir kaç beyhude umut taşıyacak yine kalbim? Kaç amansız aşka yelken açacak? Kaç defa kırılacak? Kaç defa kıracak? Umurumda değil! Ben insan olmayı seçiyorum. Yine bir umut bu da değil mi? Umudu tükenen insan yoktur herhalde. İntihar eden ümitsizler bile sonsuz uykudan ümitlidir. Ümit etmek bizim doğamız. Hayal kurmak. Bunların gerçekleşmemesi de bu yaşlı gezegenin doğası.

Bak yine karamsarlaştım. Kurtulamıyorum. En kötü yerden en iyiyi, en iyi yerden en kötüyü düşünebilir mi bir insan? Düşünebilirim. Ya da ben insan değilim. Umut etmek güzel de ben güzel değilim. Ben hiç ben değilim. Uzatmak mânâsız. Kapatalım ışıkları. Hiç konuşmadım say. Zaten boş konuştum.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 17 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SENİ KENDİME SAKLADIM + 18 (YARI TEXTİNG) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin