•3

15 1 0
                                    

   Geçmiş zamanlarda anlatılan bir hikâyede heykellerin bir ruha sahip olduğu yazılıdır.

   İnsan ruhunun önemli ve paha biçilemez olduğuna inandıkları için ise heykel yapmak şöyle dursun, heykel kelimesi bile dile alınırken çok kez düşünülürdü.

  Her heykel, yapıcısı tarafından bir ruha sahip sayılır ve  ruhunun bir gün can bulacağına dair bir inanç hâkimdir.

Buna sebep olan herhangi bir durum ile karşılaşılmasa da tedbir olarak yapımı, insanların hayranlıkla izlemeleri ve bu yolda kendilerini kaybetmeleri ise suç sayılır.
  

Atlas, kaşları çatılı bir biçimde bir yandan elindeki kitabını okuyor, bir yandan da bu saçmalığa bir anlam veremiyordu. Kitabı, defalarca okunmasından ötürü yer yer yıpranmış altını çizdiği sayfalar ise aşınmaya yüz tutmuştu. Yıllardır kafasında dönen tek cümle ise " Her heykelin bir ruhu olduğuna inanılır." cümlesiydi.

Çeşitli yönlerden ele alsa da bu cümlenin mantığına uyan hiçbir yönü yoktu. Bu zamana kadar ne taşlarından arınmış bir heykelle karşılaşmış ne de kendisi ile konuşan bir heykel görmüştü.

Ufak bir 'hah' sesi ile kitabın kapağını sertçe kapattı. Uzun süredir oturduğundan uyuşmuş olan sırtını gererek yavaşça pencere önüne doğru adımladı. Ellerini arkasında birleştirerek geniş pencereden dışarıya bakarken düşündü.

Bir bakıma her heykelin bir ruhu olduğu düşüncesi doğruydu. Heykellerinin başında uzun zaman harcıyor, terini, düşüncelerini bir bir heykeline aktarıyordu.

Atlas, yaptığı heykeller ile ruhunu paylaşıyordu.

  Düşüncelerine bir süre ara vererek dışarda bir noktaya takıldı. Yaşlı çınar ağacının altında hareketlilik görüyordu. Tam olarak seçemese de birisinin resim yaptığını net olmasa da anlayabiliyordu. 
Gözlerini kısarak iyice odaklanmaya çalıştı.

  Ağaç, sert bir rüzgâr ile savruldu. Tam oturmayan tuval ise rüzgârdan nasibini alarak birkaç hareketle devrildi. Kâğıtlar bir bir havaya uçuştu. Kâğıtları tutamayan zavallı kadın ise telaşla kalkarak çok uzaklaşmadan yakalamaya çalıştı.

  Atlas, kafasını hafifçe omzuna yatırarak ne olacağını izliyordu.  Kadın, izlendiğinden habersizce geniş eteklerini tutarak koşmaya çabalıyordu. Adım attığında eteği eğilmesine izin vermiyor, rüzgârın da etkisi ile şişerek işini daha da zorlaştırıyordu.

  Bir süre peşlerinden koştu. Hâlâ durulmayan rüzgâr karşısında yapacağı bir şeyi yoktu.  Etrafta gözlerini gezdirerek yardım edebilecek birilerini aradı. Bunu fark eden Atlas ise birkaç adım geri çekilerek görünürlüğünü kaybettirdi.

Tekrar koşmaya başladığını fark ettiğinde adımları istemsiz yine öne gelerek izlemeye devam etti. Dakikalarca uğraşmasının ardından genç kadın sonunda birkaç kâğıdını yakalamış yüzünde edinen zafer gülümsemesi ile eteklerinin izin verdiğince hızlıca yürüyordu.
 
İlk yapacağı şey kesinlikle bu elbiseden kurtulmak olacaktı. Yürürken eteklerini tekmeliyor dışardan bakan biri için komik bir görüntü sunuyordu. Arada sırada ise söylenerek ağacın altına varmayı amaçlıyordu.  Bir anlık yakalama gayretiyle bu kadar uzaklaştığını hiç fark edememişti. Gözleri yavaşça gökyüzünde dolanarak çiziminin ana unsurunu yakalamasına çok az vaktinin kaldığını fark etti.

Ellerindeki kâğıdı düzelterek yapabildiği kadar hızlandı.  En sonunda zorlu yürüme süreci tamamlanmış ve gayretle tuttuğu kâğıtlarını özenle tuvale tutturdu. Renklerine göre ayrılmış onlarca boyasını ve dikkatlice dizilmiş fırçalarını  bir kez daha gözden geçirerek işe koyuldu.

Elleri, bu iş için yaratılmışcasına boyalara kendiliğinden gidiyor firçayı tutuş şekli ise usta olduğunu ispatlıyordu. Saatlerce tuvalinin başında sabırla, gayretle ve hiç yorulmayacakmış gibi oturdu.

Atlas ise bu süre zarfında camın önünden bir an bile ayrılmamış, bu kadar süre boyunca ne çizdiğini merak ederek izlemişti. Aklına aşağı inmek geldiyse de bu fikri hemen geçiştirmiş onu rahatsız etmeden uzaktan meraklıca incelemişti.
 
Uzun saatlerin ardından duvardaki saat üç defa 'donk' sesi ile yemek saatinin geldiğini haber veriyordu. Atlas, silkenerek ne ara bu kadar vaktin geçtiğini sorguladı. Gökyüzü harika bir kızıllığa bürünerek muhteşem bir tablo oluşturmuştu. Gözleri son kez ağacın altına takılarak geriye adımladı.

Kapı yavaşça çalındı. Gelen görevli "Efendim, yemek hazır." diyerek saygıyla geri çekildi. Atlas ufak bir onaylama sesi çıkararak görevlinin ardından ilerledi. İşlemeli tırabzanlarda ellerini kaydırarak aşağı, yemek odasına indi. Babası, tüm dakikliği ile yerini almış, sakince kendisini bekliyordu. Ufak bir baş selamı ile yerine ilerledi. 

Masaya özenle konulan yemekler, enfes kokularını etrafa yaymış, iştah kabartan  görüntüleriyle kendisini karşılıyordu. Hafiften guruldayan karnı ise acıktığını belirtiyordu. Sabırsızca yemeklere bakarken hâlâ neden başlamadıklarını sorgularcasına babasına döndü.

"Misafirimiz var. Biraz daha bekleyelim." 

Bahçede gördüğü kişiyi hatırlayınca onaylayarak bekledi. Geçen birkaç dakikanın ardından salonda hızlı adım sesleri duyuldu. Yetişmek için çabalayan ardından eteği yüzünden bir türlü yürüyemediği için sızlanan kısık bir ses duyuldu.  Son duyulan adım sesleri ile kapı açıldı.

Genç kız saygıyla eğilmiş, geç kalmasının mahcubiyetini gözlerinde taşıyordu. Üzerine yer yer boya dökülmüş, tırnak diplerinde kalıntı olarak yer edinmişti. Atlas kendisine tanıdık gelen görüntü ile hafifçe kalkıp oturarak gelen kişiyi selamladı.

"Hera, hoş geldin."
"Hoş buldum, efendim. Geç kaldığım için özür dilerim." Ellerini hafifçe eteklerinde gezdirerek bir şekilde, bunu giydiğim için geç kaldım, diyordu.  Anlayışla karşılanmış olmasından gerginliğini bir nebze atmış olarak sandalyesine, Atlas'ın tam karşısına oturdu.

"Yemeğimizi yiyelim. Daha sonra sizinle konuşacaklarım var. Başlayalım lütfen."
 
Yemek sakinlikle devam edip bitmişti.
Masa toplanırken, çay odasına geçilmiş çay servisi esnasında gençler merakla ne konuşulacağını bekliyordu.

  Dük*, gözlerini Atlas ve Hera'da dolaştırıp derin bir nefes aldı.

"Hera, tekrardan evimize hoş geldin. Baban ile görüşmelerimiz esnasında senin resim yeteneğinden bahsetti. Senden bu konuda bir ricam olacak."

Hera sabırla dinlemiş ve "Tabii, buyrun lütfen." diyerek merakla gözlerini açtı.

"Biliyorsun ki, ailemiz yüzyıllardır soylular arasında. Bir resim sanatçımız var ancak aynı esintiyle devam ediyor. Resim çalışmalarını bu süreçte babandan rica ettim. Kendini sanatında yansıtış şeklini çok beğendim.  Bizi, ailemizi geleceğe aktaracak kişinin sen olmasını istiyorum. Tabii sende istersen. Bu süreçte, Atlas'a da özel ders vermeni rica edeceğim. Ailen çalışmaların için ödüllendirilecek. Bu süreçte tüm ihtiyaçların da bizim tarafımızdan karşılanacak."

Hera, uzun konuşmanın ardından bir süre bekledi. Gözleri kısa bir süre Atlas'ta dolandı.  Yapabilir miydi? Öğretebilir miydi? Resim yapmak evet onun için çok kolaydı ancak bir başkasına aktarmak, böylesi önemli bir çalışmada imzasının taşınacak olması onu düşündürten asıl meseleydi. 

  Atlas, farklı bir dal öğrenmenin heyecanı içindeydi. Fırçayı tutuş şeklini görmeseydi eğer bu heyecanını anlamsız bulurdu ancak bunu gördükten sonra heyecanlanmaması mevzu bahis bile değildi. Gözleri usulca Hera da dolandı.  Az çok resim sanatını biliyordu ancak bir ustanın yanında becerisi hiç sayılırdı.

  Düşünceleri Hera'nın sesi ile ikiye bölündü.
"Kabul ediyorum. Elimden gelenin en iyisini yapacağım."

Atlas, fark ettirmeden gülümseyerek içine su serpilmiş bir şekilde geriye yaslandı.

Dük, ufak bir onayın ardından teşekkürlerini sundu.

Saat, son demlerini yaşıyormuş gibi seslice çarptı.

Salon boşaldı.

* Dük: Avrupa'nın bazı bölgelerinde küçük devletin hükümdarı. Aynı zamanda kralın en yüksek rütbeli akranıdır.

Schmerzlich SchönHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin