"Çünkü senden nefret ediyorum."
Olduğum yere çakılmıştım, ne sesim çıkıyordu ne de vücudum hareket ediyordu.
O an yapabildiğim tek şey Chan görüş alanımdan çıkıp ortadan kaybolana kadar arkasından bakmaktı.Gözlerimden akan yaşların yanaklarıma doğru süzüldüğünü hissettiğimde gülümsedim acı verici bir şekilde.
Mutluluk gülümsemesi değildi, farkındalıktı bu. Şüphelerimin kesinleşmiş olduğu gerçeğiyle kavuştuğum bir gülümseme.Uzun sürmüştü yürümeye devam edecek gücü kendimde bulmak. Yurda nasıl vardığımı hatırlamıyordum bile, ruh gibiydim.
Yurt odamın kapısını çaldığımda Hyunjin açtı kapıyı. Kapıyı açtığı anda kendimi kollarının arasına bıraktım, dakikalardır içimde tuttuğum hıçkırıkları serbest bıraktım böylece.Hyunjin ani hareketimle afalladı bir süre, daha sonra beni içeriye çekti ve kapıyı kapattı arkamdan.
Koltuğa oturttu beni ve kollarını vücuduma sardı.
"Benden nefret ettiğini söyledi..."
Hıçkırıklarımın arasında zar zor kurduğum cümleyi duyunca daha sıkı sarıldı bana, ne kadar sıkı sarılırsa o kadar acımı geçirebilirmiş gibi.Kafamı kaldırdım ve geriye çektim kendimi yüzüne bakabilecek kadar.
"Benden nefret ediyormuş..." kahkaha attım. "Bunu biliyordum zaten, niye ona rağmen canımı yaktı böyle demesi?"
Hyunjin'in gözlerinden okunuyordu benim için üzüldüğü, çenesi kasılmıştı. Beni tekrar kendisine çekti ve sarıldı. Gülüyordum, gülüşlerimin yerini hıçkırıklar aldı dakikalar sonra. Yüzümü omzuna gömdüm dünyadan saklanmak için.
"Hani yanılıyordum Hyunjin, hani beni seviyordu ve sadece göstermesini beceremiyordu? Hani benden nefret etmiyordu!?"Ne kadar zaman bu pozisyonda kaldık, kaç saattir ağlıyordum, bilmiyordum. Ağlamanın yorgunluğundan bitap düşene kadar devam ettik. Kısa süre içerisinde de karanlık karşıladı beni.
—---------
Ertesi sabah gözlerimi açtığımda dün gece oturup Hyunjin'in kollarında ağladığım koltuktaydım, üstüme örtü örtülmüştü. Onun işi olduğunu anlamıştım, uyuya kaldığımda beni yatırıp üstümü örtmüştü koltukta.
Fazla sessizdi etraf, dersleri için yurttan erken çıktığını anlamıştım böylece.
İsteksiz bir şekilde oturur pozisyona geçtim, her tarafım tutulmuştu. Gelen ani acıyla yüzümü buruşturmuştum.Oturduğum yerden kalktım, koltuktaki örtüyü yerine koyduktan sonra banyoya gittim. Aynada gördüğüm yansımayla birlikte kaşlarım çatılmıştı, gözlerim kan çanağı gibi kızarmıştı, göz altlarım ise şişmişti. Korkunç görünüyordum, derin bir iç çekip yüzümü yıkadım ve çıktım banyodan.
Mutfağa girdiğimde asılı olan saat gözüme ilişti, dersimin başlamasına iki saat vardı, sonrasında ise dans stüdyosuna gitmem gerekiyordu.
Bu süreci iyi değerlendirip kendimi olabildiğince toparlamam gerekiyordu, kimsenin endişelenmemesi için.Kahve için içine su koyduğum kettle çalışırken isteksizce bir elma çıkardım buzdolabından, ortadan ikiye kestikten sonra bir yarısını dilimlemeye başladım. İlk yarı ile işim bittiğinde bıçak öbür yarımın üstünde duraksadı, bir süre düşündüm. Gerek yoktu tümünü yememe, iştahım normale göre kat ve kat daha kötüydü zaten. Elmayı poşete koyup buzdolabına geri yerleştirdim, kahveyi yaptıktan sonra kupayı alıp odama geçtim.
Yarım dilimini dilimlediğim elmayı mutfakta bıraktığımı fark etsemde geri dönmedim almak için onu oradan.
Bardağı şifonyerin üstüne bıraktıktan sonra karşısında duran sandalyeye oturup aynaya bakmaya başladım. Nasıl kapatabilirdim göz altlarımı, hemde bu kadar kötü durumdayken vaziyetleri?
Beni düşüncelerimden çekip çıkaran şey telefonumun zil sesi olmuştu, telefonuma uzandım kimin aradığını görmek için, arayan Jeongin'di. Aramayı kabul edip kulağıma götürdüm telefonu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Unloveable (to you, always) | Banginho/Minchan
FanfictionMinho Chan'ı seviyordu, Chan ise onun varlığından bile nefret ediyordu.