Lütfen yıldıza basmayı ve satır arası yorum yapmayı unutmayın.
Keyifli okumalar <3
Eve geldiğimde yastığımı kaldırıp yüzüme bastırıp çığlık atıyordum, içimdeki bu acıyı nasıl söküp atabilirdim bilmiyordum. Sanki çığlık çığlığa feryatlarımla içimdeki acı uçup gidebilirmiş gibi boğazım tahriş olana kadar bağırdım.
Boğazım acımaya başlasa da devam ettim. Aptal gözyaşlarım neden durmuyordu ki? Beni aldatan biri için neden ağlıyorsunuz gözlerim siz de mi düşmansınız bana yoksa? Yolda da ayna tekrar yolun kenarına gelmişti nasıl olduysa, çöpten kim çıkarıp bırakmıştı gözümün önüne? Her şey o aynanın suçuydu, o hayatıma girdiğinden beri tepetaklak olmuştum.
Yastığı tekrar yatağa fırlattım, elime geçen ne varsa fırlatmaya, yere atmaya başladım. Zincirini kırmış bir canavar gibiydim adeta, aldığım bütün çeyizleri, taksidi bitmeyen elektroniklerimi kutularıyla beraber hepsini yere fırlattım.
Öfkem dinmek nedir bilmiyordu, gözyaşlarım sonu olmayan bir nehir gibi akmaya devam ediyordu. Hırsımı alamıyordum bir türlü. Kutuların üstüne çıkıp zıplayarak eşyaları ezmeye başladığımda kırılan şeylerin sesi bütün odayı doldurmuştu.
Ne kadar süre odamı darmaduman edip her şeyi kırmak için uğraşmıştım bilmiyorum. Etraf kıyamet sonrası gibiydi; kırık camlar, parçalanmış kartonlar, etrafa saçılmış kıyafetler, neye ait olduğunu bilmediğim metal parçalar... her şey her yerdeydi.
Yatağımın üzerine oturdum, hayır resmen yatağıma yıkıldım; ellerimi saç diplerime geçirip çekiştirmeye başladım. Kalbim sıkışıyordu, öfkeden mi, hayal kırıklığından mı, işe yaramazlığın verdiği suçluluk duygusundan mıydı bilmiyorum.
Evet, işe yaramazdım. Ne bir iş bulabiliyordum, ne kendimden daha çok güvendiğim nişanlıma sahip çıkabiliyordum. Neden yaşıyordum ki? Her şey anlamını yitirdi benim için, kaybettim hayatta. Hiçbir şey yapamıyorum.
Hava kararmaya başlayınca vücudum gerginlikten ağrımaya başlamıştı; yatağa uzanıp kıvrıldım, cenin pozisyonuna geçtim. Ağlamaktan ağırlaşan göz kapaklarımı açık tutmakta zorlansam da direndim, uyumamak için savaştım ama en sonunda karanlığa yenik düştüm.
.
.
.
Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken, yine beni çağıran yakarışları duymaya başlamıştım. O küçük kız çocuğu yine ağlıyordu, yardımımı istiyordu.
Ben gözlerimi kapalı tutmaya çalıştıkça, sesi görmezden gelmeye devam ettikçe kız çocuğunun feryatları daha da derinleşip dayanılmaz bir hal alıyordu. Yatakta oturur pozisyona gelip kulaklarımı ellerimle kapattım, sesi duymak istemiyordum.
Ayna burada bile değildi ki, neden yine o kız çocuğunun acılı sesini işitiyordum? Her gece bu böyle mi olacaktı? Sesleri susturmalıydım ama nasıl susturacaktım? Yarın gece uyumazsam belki duymazdım değil mi, çünkü hep uyurken duymaya başlıyordum.
Sabaha kadar gözüme uyku girmedi, her ne kadar sesler yarım saat sonra silikleşerek kesilse de uyumaya cesaret edemedim. Rüya görüp tekrar sesleri duymak istemedim.
Uykusuz olduğum için bütün gün ruh gibiydim. Kafamı dağıtacak, beni oyalayacak bir şeyler bulmam lazımdı. Bütün günümü iş aramakla ve iş başvurusu yapmakla geçirdim. Artık şans bana bir yerden gülmeliydi, en azından bir noktada hayatımda bir şeyler iyiye gitmeliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Terra Cota
Science-FictionTerra Cota: İki Dünya Arasında Deniz Aslanova, hayatının çıkmazlarında bir yelkenlinin yitip gittiği denizin ortasında sürüklenen bir gemi gibi hissediyordu. İşsizlik ve ihanetin acılarını içinde taşıyan, depresyonda ve tutunacak bir dalı kalmayan D...