Bölüm 7: Hogwarts'ı Terk Etmeyin

34 6 2
                                    

St. Benoit yetimhanesinde ışıklar hep dokuzda sönerdi. İzbe bir dağın eteklerine inşa edilmiş üç katlı ahşap bina tam da o saatlerde korkunç bir hal alırdı. Rüzgar dağın eteklerine tırmanırken yetimhanenin pencerelerinin pervazları gıcırdar, koridorlarda gezen görevlilerin ayak sesleri çocukların yataklarında daha da sinmelerine sebep olurdu.

Tabii özellikle de rüzgarlı, fırtınalı gecelerde tüm çocuklar karanlıktan korkardı. Böyle zamanlarda anne babaları onlara masallar okur, yatıştırırlardı. Ama terk edilmiş çocukların masalları yoktu. Onlar da karanlıktan korkmamanın yollarını buldular.

Küçük Tom Riddle ellerini birbirine sürterek ısıtmaya çalışır, aydınlığı ve sıcağı arzulardı. Bir gün ellerinde bir sıcaklık hissettiğinde merakla gözlerini aralamış ve avuçlarında oynaşan alevlerin tüm odayı aydınlattığını görmüştü. Böylece, karanlık ona gücünü verdiğinde yedi yaşındaydı.

Bir daha asla karanlıktan korkmamıştı. Sonraları karanlık ondan korkmaya başlayacaktı.

Çünkü Tom Riddle tıpkı adını ve yüzünü miras aldığı babası gibi artık bir ölüydü. Devir Lord Voldemort'un devriydi. Ve Lord Voldemort'un adından ve yüzünden başka mirasları da vardı. Anne Merope Gaunt'un kanı onun Slytherin Kalesi'ne girişinin anahtarı olmuştu. Şimdi kalenin karanlık ve bir haftadır boş bir odasındaydı.

Oda ormanla kaplı yüksek bir dağın ortasında konumlandırılmış malikanenin en üst katındaydı. Pencereden ürkütücü ve boş bir manzara görülüyordu. Anı bir anda gözlerinde canlanmıştı, benzerliği gözardı edemiyordu. Andrea da gücünü aynı karanlıkta keşfetmişti.

Oraya neden geldiğinden emin değildi, kızı özlüyor muydu? Tabii ki hayır. Böyle duygular zayıflar içindi. Kendine hep öyle olduğunu söylemişti. Ama şimdi sürüyle önemli görevin ortasında bomboş odada volta atarken hayır, iyi de değildi.

Elinde tuttuğu parşomeni sıkarak buruşturdu. Son görevle ilgili detayların yazılı olduğu kağıt masada öylece duruyordu. Andrea'yı bu göreve gönderirken başına böyle bir şey gelebileceğini hiç düşünmemişti.

Sırlarıyla tehdit edilmişti, kendince sebeplerle düşmanı ona kırdırmanın bir anlam ifade edeceğini düşünmüştü. Oysa şimdi bunu sessizce ve kendi başına halletmiş olmayı diliyordu. Bir kez daha öfke gözlerini kör etmişti. Hem de böyle büyük bir planın ortasında. Şimdi diken üstündeydi, eğer en ufak bir hata olacak olursa plan tamamen bozulmak zorunda kalırdı. Bütün uğraşlar boşa giderdi.

Düşüncelerini dağıtan şey kapının ardından gelen ayak sesleri oldu. Hemen sonra kapı tıklatıldı. Çatal dilinde "Açıl," dedi. Kalenin esas odalarının kapısı yalnızca varisin emriyle açılırdı.

Arkası dönüktü, kimin geldiğini bilmesi için bakmasına gerek yoktu. "Bella" dedi sakin bir sesle. "Seni dinliyorum."

"Lordum, Draco talimatınızı aldı."

"Duyduğuma göre Malfoylar hoşnut kalmamışlar."

Bellatrix acele etmedi. Vücudunun ağırlığını bir ayağından diğerine bıraktı, tahtaların gıcırtısı hareketini ele verdi.
"Malfoy hanesi size hizmet etmekten onur duyuyor, Lordum. Hepimiz duyuyoruz."

"Onur duyuyorsun," dedi Voldemort buz gibi biri sesle ona dönerken. "Kız kardeşin de aynı fikirde mi?"

Bellatrix yutkundu. O gerçekten de onur duyuyordu. Yeğenine verilen görev ailede bir tek onun tarafından olumlu karşılanmıştı. Haksız sayılmazlardı, snitchi Andrea'dan son almaya çalışanların akıbeti ortadaydı. Karanlık Lord da başarmasını beklemiyordu, ama bir ihtimal varsa değerlendirilmek zorundaydı.

Miras: Geçmişin Gölgesinde Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin