Her adımda, parke zeminin soğukluğu ayaklarımdan kalbime işliyordu. Duvarlardaki beyaz paneller, birer kefen gibiydi. Sessizlik kulaklarıma uğulduyordu. Aklımdan bin bir düşünce geçiyordu. DNA sonuçları ne gösterecekti? O kadın kimdi? Gerçekten bir tehlike mi vardı?
Bir an durup, laboratuvarın kapalı kapısına baktım. İçeride, kaderimin yazılı olduğu bir kâğıt parçası yatıyordu. O kâğıdı açtığımda, hayatım sonsuza dek değişecekti. Bu düşünce midemi bulandırıyordu.
Derin bir nefes aldım ve yürümeye devam ettim. Koridorun sonuna geldiğimde, pencereden dışarı baktım. Hava kararmıştı ve gökyüzü kasvetliydi. Uzaklarda bir yerde, bir siren sesi yankılanıyordu. Bu ses, sanki içimdeki fırtınayı yansıtıyordu.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Belki dakikalar, belki saatler. Sonunda, laboratuvarın kapısı açıldı ve beyaz önlüklü bir adam belirdi. Beni içeriye çağırdı.
Kalbim gümbürdüyordu. Adımlarım titrekti. Kapıdan içeri girerken, hayatımın dönüm noktasına adım attığımı biliyordum.
Kadının ölüm anı gözlerimin önünden gitmiyordu. Sürekli korkak ve heyecanlı bir şekilde konuşuyordu. Sanki bir şey onu kovalıyormuş gibiydi. Son nefesini vermeden önce bana bir şey fısıldamak istedi, ama kelimeler boğazında düğümlendi. Gözlerindeki korku ve çaresizlik, kalbimi burktu.
DNA sonuçlarının ne göstereceğini bilmiyordum, ama o kadının ölümünün bir sırrı olduğunu biliyordum. Ve o sırrı çözmek için her şeyi yapmaya hazırdım.
Laboratuvardan çıkarken, gökyüzü daha da kararmıştı. Yağmur yağmaya başlamıştı. Soğuk damlalar yüzümü süslerken, içimdeki fırtına da dinmiyordu. Bir yandan da o kadının fısıltısını duyuyordum: "Söyle... Gerçeği... Söyle..."
"Defne bu bir kâbus hemen uyan!" vücudumun sarsılmasıyla aniden uyandım. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Evet, bu bir rüyaydı ama her seferinde aynıydı. Masum insanların ölümüyle dolu, korkunç ve gerçekçi rüyalar. Rüyalarımda gördüğüm o masum yüzlerin acısını hala hissedebiliyordum. Sanki gerçekten oradaymışım gibi.
Yatağa geri döndüm ve başımı yastığa gömdüm. Uykuya dalmak imkânsız gibiydi. Zihnim karmakarışıktı, rüyaların karanlığı hala üzerimdeydi. Elimle Emily'e sorun olmadığını belirtip lavaboya doğru geldim. Suyu yüzüme vurup kendime geldiğimde aynanın karşısına geçtim. Aniden arkamda başka birisini görmemle geriye doğru hamle yapıp arkada bir şey bulmayı umup yumruk attım. Fakat gitmişti.
"Harika, şizofren oldum(!)"Yüzümü yıkayıp derin bir nefes aldım. Sakin olmalıydım. Aynaya tekrar baktım. Bu sefer her şey normaldi. Sadece kendi yorgun yüzümü gördüm.
Yatağa geri döndüm ve Emily'nin yanına uzandım. Sıcaklığı beni rahatlatmaya başladı. Gözlerimi kapatıp uykuya dalmaya çalıştım. Fakat zihnim hala karmakarışıktı. Artık uyuyamayacağımı anladım. Bilgisayarımın başına geçip hemşireyi araştırmaya başladım. Adı Selma Aksoy'du iki kızı vardı. Birisi lösemi hastasıydı. Tabi ya bunun için onla ortaklık kurmuştu. Selma Aksoy'la ilgili araştırmama devam edecekken arkamda birisinin nefesini hissettim yanımdaki cam şişeyi kırıp arkama döndüm. Arkamda duran kişi Emily'ydi. Cam kırıkları elinde parlıyordu. Gözleri öfke dolu pakıyordu. "Ne yapıyorsun?" diye sordu fısıltıyla. Sesinde buz gibi bir soğukluk vardı. Donakaldım. Korku tüm bedenimi sarmıştı. "Ben... Ben sadece..." diye kekeledim. Dikkatsizliğim tüm arkadaşlarımın sonu olacaktı.
"Arkamda başka birisi var zannettim özür dilerim." Kafasını sallayıp gülümsedi ve yatağına geri döndü. Yerdeki cam kırıklarına göz devirip bilgisayarıma geri döndüm. Bu sefer Derin'i araştıracaktım ama elimde hiçbir bilgi yoktu. O yüzden Selma Aksoy'dan devam ettim. Selma Aksoy hakkında araştırmaya başladım. İki kızı vardı. Bir tanesinin lösemi hastası olduğunu biliyordum. Bu hastalık, Emily'nin annesinin ölümüne sebep olan hastalıktı. Bir bağlantı var mıydı? Acaba Selma Aksoy, Emily'nin annesinin ölümünden sorumlu muydu?
![](https://img.wattpad.com/cover/363805692-288-k907309.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Çığlık
БоевикDefne bir CIA ajanı ve bir görev için Türkiye'ye geliyor. Fakat Türkiye'ye geliş amacı sadece görev değildi. İkizini de bulmaktı.