02, arkadastan ote

400 36 135
                                    

lee minho, güneş henüz yeni doğuyorken uyandığında; damağında bok tadı, vücudunda ise terden üzerine yapışmış rahatsız edici kumaş parçaları vardı.

dirseklerine yaslanarak yatağında doğruldu, kollarının arası bomboştu. yatağının öbür yanına dokunduğunda yalnızca çarşafları hissedebildi. gözlerinin kırpıştırıp hafif hafif yükselmeye başlayan ışık kaynağına alışırken bir yandan da burnunu yastığa sürtmüş, büyük ihtimalle saatler önce, babası geldiği gibi kalkıp giden sevgilisinin kokusunu duyumsayabilmeyi ummuştu.

huzursuzca dudaklarını büzerek yüzünü ovuşturdu, yatakta doğruldu ve sırtını gerdirdi. tüm kemikleri ağrıyordu, dün moraran dizleri sızım sızım sızlıyordu. oda çok havasızdı ve az sonra oksijensizlikten öleceğini hissediyordu.

camı açmak için zorlukla ayaklarını yere basınca çalışma masasının üzerindeki, hyunjin'in ona geçen yıl doğum gününde aldığı mor dijital saate de bakmıştı. 5.08, evet, yaklaşık on iki saattir uyuyordu.

pencereyi aralayıp sabah havasını içine çekti. dün, hyunjin'in pansuman yaptığı yaralarına götürdü ellerini, hala canı acıyordu.

kuşlar sinir bozucu şekilde cikliyordu. omzunu kenara yaslayıp soğuk hava ile serinledi bir süre, gerçekten iyi gelmişti.

kafasını kaldırıp ufuktan yükselen parlak ışık topuna baktı, daha önce hayatında hiç gündoğumu izlemediğini fark etmişti o an. fazla umursamadı.

sokak bomboştu, komşuların arabaları ve-

arabaya yaslanmış, kapüşonu kapalı bir oğlan vardı. garip bir biçimde tanıdıktı ve büyük ihtimalle elinde, küçük bir paketin içinde uyuşturucu tutuyordu. eh, burası busan'dı. minho biraz düşündü, çocuğun bedenini süzdü, ayakkabıları ve diğer her şeyi.

bu kesinlikle bang chan idi. şüphesi yoktu minho'nun, yalnız korkuyordu. sokaktaki oğlan elindeki siyah poşeti açık avcunun içine aldığı zehirleri ağzına dayarken o, hiç ama hiç düşünmeden, altındaki kısa şort ve üstündeki pejmürde tişört ile odasından atmıştı kendini.

babası uyuyordu ve yorgun olmalıydı, onu uyandırmamaya dikkat ederek hızlıca koridoru geçti. kurumuş dudaklarını çarçabuk yalarken hemencecik ayakkabılarını dolaptan çıkarmış, üzerine bir ceket almıştı.

merdivenlerden ikişerli üçerli iniyordu. parmakları ile ritim tutuyordu ve gerginlikten çenesi titriyordu. zemin kata geldiği gibi apartman kapısını açmış, yokuşun biraz ilerisindeki chan'ı görmüştü.

soğuk hava iliklerine işlerken ona doğru yürüdü.

"ne yapıyorsun chan?" oğlan onu işittiği gibi kaldırmıştı suratını. kıpkırmızı gözleri kapaklarını açık tutmak için büyük bir çaba sarf ediyordu, titreyen ellerinde tuttuğu poşeti sıkmıştı iyice, sanki hala daha saklamaya çalışıyordu.

"gerçekten mi? bu saatte, evimin önünde... kafayı mı yedin sen!" sinirli bir şekilde baktı ona bang chan, bunun nedeni uyuşmaya başlayan beyni olmalıydı. cebindeki çakı tişörtünden belli oluyordu, kendisinden ödünç aldığı kelebekti bu. minho, ne olursa olsun ondan korkacak değildi. chan onun için arkadaştan öte kardeşti, ona zarar vermeyeceğini biliyordu.

kapüşonunu arkaya ittirerek saçlarını açmıştı onun, serin mart ayazı tenine çarpınca her şey daha da gerici oldu büyük olan için.

"başka bir yere gidemezdim." tek bunu söyleyebilmişti, elindeki zehiri hala sımsıkı tutuyordu. açıklaması yoktu, hiçbir şey diyemezdi ve yakalanması gereken son kişiye yakalanmıştı. lee minho onun en yakınıydı.

crazy but mine,, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin